Yahûdilik

Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselama bildirdiği Mûsevîlik dîninin bozulmuş ve değiştirilmiş hâline verilen ad.

Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlundan biri olan Yahûdâ’nın neslinden gelenlere nispetle veya Filistin’in güney bölgesinde kurulan Yahûdâ Krallığına nispetle Yahûdî diye anılan kimseler bu dîne mensup oldukları için Yahûdîlik denilmiştir. Dinler târihi kitaplarında ve bâzı kaynaklarda “Mûsevîlik” ile “Yahûdîlik” aynı mânâda kullanılmışsa da Yahûdîlik daha ziyade, Mûsevîliğin bozulmuş şekli için kullanılmaktadır. Bugün yaşayan ilâhî dinlerden mensûbu en az olanı ve târihi en eski olanı Yahûdîliktir.

İbrâhim aleyhisselâmın küçük oğlu olan İshak aleyhisselâmın oğlu Yâkub aleyhisselâmın bir adı da İsrâil idi. Bunun on iki oğlunun neslinden gelenlere “Benî İsrâîl= İsrâîloğulları” denildi. Yâkûb aleyhisselâm zamânında Ken’an diyârına, bugünkü Sayda, Sur, Beyrut ve Sûriye’nin bir kısmında yerleşen İsrâîloğulları, Yûsuf aleyhisselâm zamânında Mısır’a yerleştiler. Önce rahat bir hayat sürdüler. Daha sonra büyük bir zulüm ve sıkıntı gördüler, köleliğe düştüler.

Mûsâ aleyhisselâma peygamberlik emri bildirilince, insanları zorla kendine taptıran Mısır hükümdârı Firavun’u da îmâna dâvet etti. Firavun ve ona tâbi olan Mısır’ın yerli halkı Kıbtîler, Mûsâ aleyhisselâmın dâvetini kabul etmediler. Hattâ Mûsâ aleyhisselâma inanıp, Allahü teâlâya ibâdet eden İsrâîloğullarına şiddetli zulüm yaptılar. Firavun, Mûsâ aleyhisselâmın mûcizelerini görünce; “Mûsâ büyük sihirbazdır. Bizi aldatıp memleketimizi elimizden almak istiyor!” dedi. Yanındaki vezirlere sordu. Onlar da; “Sihirbazları topla onu mağlup etsinler!” dediler.

Ülkenin her tarafından sihirbazlar getirildi. Mısır halkı önünde ipleri yere attılar. Her ip yılan görünüp Mûsâ aleyhisselâma doğru yürüdü. Hazret-i Mûsâ asâsını yere bıraktı. Büyük bir ejderhâ olup iplerin hepsini yuttu. Sihirbazlar şaşırdılar. Olanlar karşısında Mûsâ aleyhisselâma îmân ettiler. Firavun kızdı ve onlara:

“O sizin ustanızmış. Ellerinizi ayaklarınızı keseceğim. Hepinizi hurma dallarına asacağım!” dedi.

Îmân etmiş olan o kimseler:

“Biz Mûsâ’ya inandık. Onun Rabbine sığındık. Yalnız O’nun af ve merhâmetini isteriz.” dediler. Firavun onların el ve ayaklarını çaprazlama keserek işkenceyle şehit ettirdi.

Allahü teâlâ, Firavun ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayan Kıbtîlere türlü musîbetler verdi. Kâfirlerin suları kan oldu. Kurbağa yağdı. Cilt hastalıkları başgösterdi. Üç gün karanlık oldu. Firavun bu mûcizeleri görünce korktu. İsrâîloğullarının Mısır’dan çıkmasına izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm İsrâîloğullarını alıp Kudüs tarafına gitmek üzere Mısır’dan çıktı. Onlar yoldayken Firavun izin verdiğine pişman oldu. Askerleriyle arkalarına düştü. Mûcize olarak Kızıldeniz açılıp Mûsâ alehisselâm ve ona inananlar karşıya geçti. Firavun geçerken deniz kapandı. Askerleriyle birlikte boğuldu.

İsrâiloğulları yolda giderken öküze tapanları gördüler. Mûsâ aleyhisselâma: “Biz de böyle tanrı isteriz!” dediler. Hazret-i Mûsâ; “Allahü teâlâdan başka ibâdete lâyık olan ilâh yoktur. Allahü teâlâ sizi kurtardı.” buyurdu. Sonra Tih Çölüne düştüler. Yolu şaşırdılar. Aç ve susuz kaldılar. Olanlar karşısında pişman olup Mûsâ aleyhisselâma geldiler. Kendilerine nîmetler vermesi için Allahü teâlâya yalvarmasını istediler. Mûsâ aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlâ gökten Men (bıldırcın eti) ve Selvâ (helva) indirdi. Hazret-i Mûsâ asâsı ile yere vurunca su çıktı. Men ve Selvâdan yediler sudan içtiler. Bir müddet sonra “Helva ile etten bıktık. Bakla, soğan gibi şeyler isteriz.” dediler. Mûsâ aleyhisselâmı gücendirdiler. Bunun için kırk sene şaşkın ve perişan halde çölde kaldılar.

Mûsâ aleyhisselâm kardeşi Hârûn aleyhisselâmı yerine vekil bırakıp Allahü teâlâ ile konuşup vahiy almak üzere Tur Dağına gitti. Orada kırk gün ibâdet etti. Allahü teâlânın kelâmını işitti. Allahü teâlâ, Tevrat kitabını ve on emrin yazılı olduğu levhaları indirdi. Mûsâ aleyhisselâm Tûr’da iken Tîh Çölünde Sâmirî adındaki bir münâfık çıkıp, herkesteki altınları, süs eşyâlarını topladı ve eritti. Bunlardan bir buzağı heykeli yaptı. “Mûsâ’nın ilâhı budur. Buna tapınız!” dedi. İsrâîloğulları buzağı heykeline tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâmı dinlemediler. Mûsâ aleyhisselâm Tûr’dan dönüp onları görünce çok üzüldü ve kızdı. Sâmirî’ye lânet etti. İsrâiloğulları pişman olarak yalvardılar. Mûsâ aleyhisselâm Tevrât’ı ve on emri onlara tebliğ etti. Tevrât’a göre ibâdet etmeye başladılar.

Mûsâ aleyhisselâm ümmetiyle birlikte Lût Gölünün güney taraflarına geldi. Uç bin Ûnk adında bir melikle harp etti. Şeria Nehri doğusundaki yerleri ele geçirdi. Erîha şehri karşısındaki dağa çıktı. Ken’an diyârını uzaktan gördü. Yerine Yûşâ aleyhisselâmı halîfe bırakıp bir rivâyete göre mîlâttan 1605 sene önce 120 yaşında orada vefât etti. Erîha şehrini ve sonra da Kudüs’ü Yûşâ aleyhisselâm Amâlikalılardan aldı.

İsrâiloğulları bozulup yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Daha sonra Dâvûd aleyhisselâm hükümdar oldu. Kudüs’ü tekrar aldı. Böylece Yahûdîlerin en parlak zamânı başladı. Dâvûd aleyhisselâma peygamberlik emri bildirildi ve Zebûr kitabı indirildi. İsrâîloğullarını Mûsâ aleyhisselâmın dînine dâvet eden Dâvûd aleyhisselâm Mescid-i Aksâ’nın temelini attı. Daha sonra oğlu Süleymân aleyhisselâm babasının attığı temeller üzerine Mescid-i Aksâ’yı çok süslü bir şekilde yaptırdı. İçinde Tevrât, diğer emânetler ve on emrin yazılı olduğu levhalar bulunan Tâbût-ı Sekîne’yi yâni Mukaddes sandığı mâbedin bir odasına koydurdu.

On iki kabîleye ayrılmış olan Yahûdîler, Süleyman aleyhisselâmın vefâtından sonra iki devlete ayrıldılar. On kabîle İsrâîl Devletini, diğer ikisi Yahûdâ Devletini kurdular. Azgınlaşarak hak yoldan ayrılıp taşkınlık ettiler. Gadab-ı İlâhî’ye uğradılar. İsrâil Devleti M.Ö. 721’de Âsurlular; Yahûdâ Devleti ise M.Ö. 586’da Bâbilliler tarafından yıkıldı. Âsurlular, Bâbil Devletini işgâl ettiler. M.Ö. 587’de Âsurlu Hükümdarı Buhtunnasar Kudüs’ü yakıp yıktı. Yahûdîlerin çoğunu öldürdü, kalanlarını da Bâbil’e sürdü. Bunlar arasında genç yaşta olan Üzeyr aleyhisselâm da vardı. Bu karışıklıkta o zamana kadar bozulmadan gelen Tevrat yakılarak yok  edildi. Bu hakîki Tevrât çok büyüktü. Bu muazzam kitabı Üzeyr aleyhisselâmdan başka kimse ezberlememişti. Bâbil esâretinden kurtulan Üzeyr aleyhisselâm Tevrât’ı Yahûdîlere yeniden okutup öğretti. Zamanla birçok yerleri unutuldu ve değiştirildi. Muhtelif kimseler hâtırlarında kalan âyetlerini yazarak Tevrât isminde çeşitli risâleler meydana geldi. Azrâ ismindeki bir haham bunları toplayarak şimdi mevcut olan Ahd-i Atîk denilen Tevrât’ı yazdı.

Yahûdîler Tevrât’ı unutup doğru yoldan ayrılınca kendilerine nasihat için gönderilen peygamberlere inanmadılar. Çoğunu şehit ettiler. Daha sonra Kudüs Romalıların eline geçince çok Yahûdî öldürdüler. Yahûdîler kendilerine peygamber olarak gönderilen Îsâ aleyhisselâmı ve dâvetini kabul etmediler. Îsâ aleyhisselâma ve ona inananlara karşı çıktılar.

Îsâ aleyhisselâma bilinmeyen babanın çocuğu diye iftirâ ettiler. Onu yalancı peygamber deyip öldürmeleri için Romalılara şikâyet ettiler. Îsâ aleyhisselâmın (gök’e) kaldırılmasından sonra getirdiği hak dîni sinsice değiştirdiler. Bolüs adında bir Yahûdî hazret-i Îsâ’ya inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek hakîki İncil’i yok etti.

Önce Perslerin, sonra Makedonyalıların ve daha sonra da Romalıların hâkimiyetinde yaşayan Yahûdîler, Roma hâkimiyetine isyân ettiler. M.S. 70 senesinde Roma imparatoru Titus, Kudüs’ü tamâmen yakıp yıktı. Şehri virâneye çevirdi. Mescid-i Aksâ da yandı. Sâdece batı duvarı kaldı. “Ağlama duvarı” adı verilen bu duvar yüzyıllarca Yahûdîlerdeki millî ve dînî şuuru ayakta tutmuştur. Titus’un katliâm ve zulmünden sonra Yahûdîler bölük bölük Filistin’i terk ettiler. Kudüs ve çevresinden kovuldular. Yahûdî esirler Romalıların emrinde çalıştırılmak üzere Mısır’a sevk edildiler. Böylece Yahûdîler çeşitli Avrupa ve Asya ülkelerine yayıldılar.

Yahûdîler gittikleri yerlerde sâdece halkı Hıristiyan olmayan yerlerde rahat edebildiler. Zîra Îsâ aleyhisselâmın öldürüldüğüne inanan Hıristiyanlar, Yahûdîlere Îsâ aleyhisselâmın kâtili gözüyle bakıyorlardı. Bu sebeple Yahûdîlere Hıristiyanlar tarafından çok zulümler yapıldı. Bu baskı ve zulümler sebebiyle, Tevrat’ta geleceği bildirilen ve Yahûdîlerden olacağına inandıkları bu son peygamberin kendilerini Hıristiyan zulmünden kurtaracağı günü hasretle beklediler. Fakat bekledikleri peygamber Muhammed aleyhisselâm Araplardan olunca, O’nu hased ettiler. Hazret-i Muhammed’in hak peygamber olduğunu kesin olarak bildikleri halde kabul etmediler. Müşriklerle ve bâzı Hıristiyan kabîlelerle birleşerek Peygamber efendimize karşı çıkıp O’nu yok etmeye çalıştılar. Fakat İslâmiyetin yayıldığı ve İslâm devletinin hâkim olduğu yerlerde râhat ve huzûr içinde yaşadılar. Hıristiyanların çoğunlukta olduğu veya Hıristiyanların hâkimiyeti altında olan ülkelerde çeşitli dînî ve siyâsî baskılara mâruz kaldılar. Yerleştikleri bu ülkeleri de terk etmeye mecbur kaldılar. Mîlâdî 11-14. asırlarda başta İspanya ve Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkelerinde kilisenin Hıristiyanlara bu topluluğa karşı her türlü münâsebeti yasak etmesi dolayısıyla her nevî haklardan mahrum bırakılan Yahûdîler, Kuzey Afrika’ya ve Osmanlı ülkesine göç ettiler. Osmanlı ülkesinde yerleşen Yahûdîler asırlarca huzûr ve râhat içinde yaşadılar. Bilhassa İstanbul, Selânik, Edirne ve İzmir gibi merkezlerde yerleştiler. Amerika kıtasının keşfi üzerine bir kısım Yahûdîler de bu ülkeye göç ederek yerleştiler.

Kaybettikleri hakları değişik yollardan hareket ederek elde etmeye çalışan Yahûdîler, kilisenin emirlerine saygı duymayan Hıristiyanlarla olan temaslarını, mason locaları vâsıtasıyla geliştirdiler. Masonlar bu bağlantıyı devamlı olarak inkâr ettilerse de sâdece kendi üyeleri için çıkardıkları gizli dergi ve kitaplarında Yahûdî idealleri için çalıştılar. Kendilerine has ticârî zekâları neticesinde faaliyet gösterdikleri ülkelerin ticârî hayatlarında etkili oldular. Geçici de olsa bâzı haklar elde ettiler. Fransız İhtilâli neticesinde kilisenin ülke idâresindeki tesirinin zayıflaması, Yahûdîlerin belediye ile ilgili bâzı meclislere girmelerini sağladı. Ancak Avrupa’da ve dünyânın çeşitli yerlerinde gelişen milliyetçilik hareketleri Yahûdîlere karşı baskı ve şiddet hareketlerinin yaygınlaşmasına sebep oldu.

19. yüzyılın sonlarında Fransa’daki Dreyfus Olayı ile 20. yüzyılın ortalarında Almanya’da Nazilerin hareketlerinin temelinde bu duygu yatmaktaydı. Polonya ve İngiltere’de de benzeri olaylar görüldü. Bütün dinlere karşı olduğu gibi Yahûdîliğe karşı da müsâmahalı davranmış olan Türkiye ise ayrıca Yahûdîliği Hıristiyanlığa karşı korumuştur. Nihâyet Yahûdîler 1947 senesinde Birleşmiş Milletlerin kararı ile Filistin’de resmî dili klasik İbrânice olan İsrâil Devletini kurdular.

Bugün için millî bir din özelliğini taşıyan ve sâdece İbrânilerin veya İsrâiloğullarının daha açık ifâdeyle Yahûdîlerin dîni olan Yahûdilik’te tek ilah inancı vardır. Ancak Yahûdîler “Yehova” veya “Yahve” adını verdikleri bu ilâhın sâdece kendi ilahları olduğuna inanırlar. Bu ilah kendiliğinden vardır. Doğmamıştır ve doğurmaz. Her şeyi görür ve bilir. Affetmek veya cezâlandırmak ancak onun elindedir. Millî ilah olarak kabul edilen Yehova diğer kavimlerle münâsebetlerinde dâimâ milleti olan İsrâiloğullarını destekler ve onlara hareket tarzı tâyin eder. Bütün insanlığı aydınlatmak, uyarmak, mutlu kılmak için Yehova İsrâiloğullarını seçmiştir. Yehova aynı zamanda savaşçı bir ilahtır. Düşmana karşı ordunun başında veya içinde bulunur. Yehova, milleti adâletsizlik yapsa bile onları bırakmaz. İsrâil milleti yenildiği zaman Yehova, milletine kızmış ve düşmanı kılıç olarak kullanmıştır. Savaş hâli dışında toprak ürünleri ve insan zürriyeti bakımından nîmetler yağdırır. Sosyal teşkilâtlanmayı ve kralın tâyinini Yehova yapar. Kral, Yehova’nın gölgesi ve hahamların başıdır. Yahûdîler zaman zamanYehova’dan başka tanrılar da kabul ettiler.

Yahûdilikte peygamberlik de millî bir karakter arz eder. Yahûdîler sâdece İsrâiloğullarından olan peygamberlere inanırlar. Başta hazret-i Mûsâ olmak üzere bütün Yahûdî peygamberleri kabul ederler. Yalnız bunlardan hazret-i Dâvûd’la hazret-i Süleyman bir melik olarak telakki edilir. Bu peygamberlerin dışında herhangi bir peygamberi kabul etmezler. Îsâ ve Muhammed aleyhimesselâmın peygamberliğine inanmazlar. Onlara göre mümin olabilmek için peygamberlerin hepsini kabul etmek şart değildir.

Yahûdîlikte gâipten haber veren bir kimse peygamberdir. Bu îtibarla bâzan bir kâhin peygamberden üstündür.

Peygamberler yaşayış ve davranış bakımından insanlardan farksızdırlar. Onlar da diğer insanlar gibi günah işlerler ve kötülük yaparlar. Nitekim onlara göre; hazret-i Nuh sarhoş ve ahlâksızdır, hazret-i Lût iki kızıyla zinâ etmiştir, Dâvûd aleyhisselâm da bir zânîdir ve Süleyman aleyhisselâm putlara tapmıştır. Hazret-i Hârûn kendisi putperest olduğu gibi kavmini de teşvik etmiştir.

Yahûdîlikte melek inancı vardır. Meleklere karşı aşırı bir şekilde saygı gösterilir. Fakat çeşitli devir ve mezheplere göre melek inancı değişiklik gösterir. Bâzıları da hiç kabul etmezler. Âhirete, kazâ ve kadere îmânın da mevcut olduğu Yahûdîlikte insanın vücûdunun ayrı rûhunun ayrı olduğuna ve rûhun kıyâmete kadar ölmeyeceğine inanılır. Ba’sû ba’del-mevt, yâni öldükten sonra tekrar dirilme vardır. Mesih’in geleceği kabul edilir. Mesih ergeç gelip Yahûdîleri kurtarıp dünyâda barışı sağlayacaktır. Böylece Yehova’nın krallığı kurulacak ve Yahûdîlerin dünyâ hâkimiyeti ideali gerçekleşmiş olacaktır.

Yahûdîler ibâdetlerini Sinagoglarda yaparlar. Sinagog Kudüs’teki Beyt-i Mukaddes’in (Mescid-i Aksâ) yıkılmasından sonra Yahûdilerin mâbed olarak kullandıkları yapılara verilen addır. Sinagoglara “Havra” adı da verilir.

Sinagoglarda Tevrât tomarlarının saklandığı “Aron ha-kodeş” denilen Kudüs’e yönelik kutsal bir bölüm vardır. Sinagoglarda Yahûdîlerin dînî ve millî sembollerinden biri olan “Menora” adı verilen “yedi kollu şamdan” bulunur. Tevrât kaynaklı yedi kollu şamdan târih boyunca Yahûdîlerin en önemli, sembolü olmuştur. Bugün de İsrâil Devletinin sembolü yedi kollu şamdandır. Tevrât’ın Huruc (çıkış) bölümü 25/31-37’de; “Ve hâlis altından bir şamdan yapacaksın. Ve onun kandillerini yedi kollu yapacaksın.” denilmektedir. Onların diğer bir sembolü, Kral David’in mührü olarak kabul edilen iki üçgenden meydana gelmiş “Magen David” denilen altı köşeli yıldızdır.

Yahûdîlikte ibâdetleri “Haham” adı verilen din görevlileri idâre eder. Hahamların Hıristiyan papazları gibi günah affetmek yetkileri yoktur. Ancak ibâdetleri idâre ederler. Dînî âyinleri ve hahamların ibâdeti idâre tarzı Mûsâ aleyhisselâmdan sonra gelen peygamberler tarafından daha çoğaltılmış ve değiştirilmiş, yeni esaslar ilâve olunmuştur. Dâvûd aleyhisselâmdan sonra, ona gönderilen Zebur’un da âyinlerde okunması veya çalgı ile çalınması ibâdete eklenmiştir. İbâdet esnâsında en önemli an Tevrât rulolarının bohçalar içerisinden çıkarılması ve haham tarafından okunmasıdır. Sinagogda Yahûdîler sesli bir şekilde Tevrât parçalarını okurlar. Okunan ilâhîler İbrânicedir. Yahûdîlerde ibâdet sâdeceSinagogda değil evlerde de yapılır. İbâdet sırasında Kudüs’e dönülür. Kadınlar ibâdete katılamaz. Ancak başları örtülü olarak ibâdeti seyredebilirler. Yahûdî ibâdetinde bir düzen, disiplin yoktur. Herkes canının istediği gibi ilâhîlere katılır veya yanındakilerle sohbet eder. Onlara göre Sinagog bir mâbetten ziyâde bir toplantı yeridir.

Yahûdîlikte ibâdetler günlük, haftalık ve yıllık olmak üzere üç kısma ayrılır. Günlük ibâdet sabah, (güneşin doğmasından sonra), öğle (öğleden güneş batıncaya kadar olan zaman) ve akşam yapılır. Bu günlük ibâdetler Sinagog’ta toplu olarak yapıldığı gibi ferdî olarak da yapılır.

Hahamlar tarafından idâre edilen ibâdet sırasında cemâatin de katıldığı metinler haham tarafından sesli ve makamla okunur. Tahminen bir buçuk saat süren duâ büyük bir gürültü içinde hahamın duâsı ve mukaddes kabul edilen şaraptan içmesiyle son bulur. Duâların en önemlisi sayılan 16 tânesi ayakta yapılır. Yahûdîlikte cemâat teşkil edilebilmesi için en az on kişinin bulunması ve bu kişilerin 13 yaşına girmiş olmaları gerekir. Mecbûri durumlarda ferdî ibâdet yapılabilir. İbâdetler esnâsında özel kıyâfetler ve başlıklar giyilir. Fötr şapka Yahûdîlerin değişmez dînî kıyâfetidir. Yahûdîler kendilerini dünyânın efendileri olduklarına ve giydikleri şapkanın Sion tacı olduğuna inanırlar.

Haftalık ibâdet, kutsal gün olan Cumartesi (Şubat= Sebt) günü yapılır. Cumâ akşamı güneşin batmasıyla başlar, Cumartesi akşamı sona erer. Bu ibâdet Sinagog’ta yapılır. O gün ateş yakmak, çalışmak yasaktır. Yahûdî inancına göre, Tanrı Yehova, âlemi altı günde yaratmış, yedinci günü istirahat etmiştir. Bunun için Yahûdîler yedinci gün olan Cumartesi’yi dinlenmeye ve ibâdete tahsis etmişlerdi. Cumartesi onlar için bayram ve resmî tâtil günüdür.

Yahûdîlikte yıllık ibâdet olarak yapılan ibâdetler değişik zamanlardaki bayramlardır. Pesah, Şavvot, Roş-ha Şanah, Kipur, Suhkot, Purim, Hanuka ve daha birçok bayramları vardır. Pesah Yahûdîlerin Mısır esâretinden kurtuluşlarının hâtırasıdır. Şavvot, gül bayramıdır ki Tevrât’ın ve Evâmir-i Aşere’nin verilişinin hâtırasıdır. Kipur, büyük oruç günü olup Yahûdîlerin tövbe edip affedilmelerinin hâtırasıdır. Suhkot, kamış bayramıdır. Çöldeki hayâtın hâtırasıdır. Roş-ha Şanah, yılbaşı olup iki gün devam eder. Purim, şeker bayramı; Hanuka, kandil bayramıdır. SuriyeKralı Antıyokus’a karşı Yahûdîlerin zaferinin hâtırasıdır. Yahûdîler her yıl Sion Dağına çıkıp ibâdet ederler. Tevrât’ta umûmiyetle Kudüs’ü ifâde etmek için kullanılan Sion Dağı Yahûdî dünyâ krallığının merkezini temsil etmektedir.

Yahûdîlikte temel ibâdetlerden birisi de kurbandır. Kanlı veya kansız kurban kesilmelidir. Yahûdîler her hayvanı, hattâ güvercini, en çok koyun, keçi ve sığırı kurban ederlerdi. Eskiden kurban ibâdetine çok önem verilirdi. Hazret-i Süleyman’ın Kudüs’te yaptırdığı muhteşem mâbedin avlusunda kurban kesmeye mahsus mezbahalar vardı. Kesilen kurbanların kanları havuzlara akıtılır, etleriyse umûmiyetle yakılırdı. Kurbanları hahamlar keserlerdi. Kudüs’teki mukaddes yere inhisar ettirilen kurban ibâdeti bugün artık kalkmış gibidir. Zamanla tuzsuz ekmekten yapılan çöreklerle, hamursuz adı verilen pideler de kurban yerine geçti. Bunları dağıtmak da kansız kurban kesmek sayıldı. Eti yenilecek hayvanların kesilmesi lâzımdır. Başka şekilde öldürülen hayvanın eti yenmez. Yahûdî kasapların dükkanlarında “Kaşer” adı verilen bir işâret bulunur ki, bunun mânâsı o dükkanda satılan etin hahamların gösterdiği tarzda kesilen hayvanların eti olduğudur. Yahûdîler ancak bu tarzda hazırlanmış bir eti yiyebilirler. Müslümanlar da ancak Allahü teâlânın ismi söylenerek kesilmiş olan hayvanın etini yerler. Domuz etini yemezler. Domuz eti yemek Yahûdîlere de haramdır.

Yahûdilik’te, ahlâk esasları on kudsi emir, yâni Evâmir-i Aşere’dir. İnsanların bu on emre harfi harfine uyması lâzımdır. Yahûdî kitaplarında ve Tevrât’ın Tesniye kitabında ve Huruc (çıkış) kitabında bildirilen on emir şunlardır:

1- Seni Mısır diyârından, esirlik evinden çıkaran Allah benim.

2- Benden başka tanrın olmayacak. Ne gökte, ne yerde, ne de yer altında bulunan şeylerden hiçbirinin sûretini, oyma put yapmayacaksın. Hiçbir sûrette onlara tapmayacaksın.

3- Allah’ın ismini boş yere ağzına almayacaksın.

4- Haftanın altı gününde çalışacak, yedinci günde istirahat edeceksin. Cumartesi (Sebt) gününü dâima hâtırlayıp onu kudsî kılacaksın.

5- Anne ve babana hürmet edecek, itâat edeceksin.

6- Adam öldürmeyeceksin.

7- Zinâ yapmayacaksın.

8- Kimsenin malını çalmayacaksın.

9- Komşuna yalan şehâdette bulunmayacaksın.

10- Komşunun zevcesine, evine, tarlasına, kölesine, câriyesine, öküzüne, eşeğine ve hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.

Bu on emir, Yahûdîlerle Yehova ara