Ana Baba hakkı

ANA-BABAYA İTÂ’AT FASLI

Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Bir kimse, ana-babasına karşı gelirse, onun dilini kes ve herhangi bir a’zâsiyle ana-babasını gücendirirse, o a’zâsını kes!) Ana-babasını râzı eden kimse için, Cennetde iki kapı açılır. Ana-babası râzı olmıyan kimse için de Cehennemde iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zâlim dahî olsalar, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak câiz değildir.

Hak teâlâ buyurdu ki: (Yâ Mûsâ! Günâhlar içinde bir günâh vardır ki benim indimde çok ağır ve büyükdür. O da, baba evlâdını çağırdığı zemân, emrine muvâfakat etmemesidir.) Ana-baba çağırdığı zemân herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koşacaksın! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın düâsını almak istersen, sana emr etdikleri işleri çabuk ve güzel yapmağa çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve bed-düâ etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazablarını teskin eyle! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Zîrâ senin se’âdetin ve felâketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyâr ise, onlara yardım et! Se’âdetini onlardan alacağın hayr düâda bil! Eğer onları incitip, bed-düâlarını alırsan, dünyâ ve âhıretin harâb olur. Atılan ok tekrâr geri yaya gelmez. Onlar hayâtda iken, kıymetini bil!

Allahü teâlânın rızâsı, dînine bağlı olan ana-babanın rızâsında, Allahü teâlânın gazabı, dînine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Habîb-i kibriyâ “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki: (Cennet anaların ayağı altındadır.) Ya’nî, sana dînini, îmânını öğreten ananın-babanın rızâsındadır. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma dedi ki: (Yâ Mûsâ! Ana-babasını râzı eden, beni râzı etmiş olur. Ana-babasını râzı edip bana âsi olan kimseyi dahî iyilerden sayarım. Ana-babasına âsi olan, bana mutî’ olsa bile, onu fenâlar tarafına ilhâk ederim.)

Îmânı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan anasının, babasının islâmiyyete uygun olan emrlerine âsî olanlardır.

Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki: (Ana-babaya iyilik etmek, nâfile nemâz, oruc ve hac [ve ömreye gitmek] fazîletlerinden dahâ fazîletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömrleri bereketsiz ve kısa olur. Anasına-babasına âsî olan mel’ûndur.)

Hasen-i Basrî “rahime-hullahü teâlâ” Kâ’beyi ziyâret ve tavâf ederken bir zât gördü ki, arkasında bir zenbil ile tavâf eder. O zâta dönüp dedi ki: Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavâf etsen dahâ iyi olmaz mı? O zât cevâben dedi ki, bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şâmdan yedi kerre buraya getirip tavâf eyledim. Çünki, bana dînimi, îmânımı bu öğretdi. Beni islâm ahlâkı ile yetiştirdi, dedi. Hasen-i Basrî hazretleri ona dedi ki, kıyâmet gününe kadar böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir kerre kalbini kırmakla bu yapdığın hizmet havaya gider ve yine bir def’a gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukâbil olur.

Peygamberimize “aleyhisselâm” bir kişi geldi ve dedi ki, yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Benim anam-babam ölmüşdür. Onlar için ne yapmam lâzımdır? Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Onlara dâimâ düâ eyle! Onlar için Kur’ân-ı kerîm oku ve istigfâr et!)

Eshâb-ı kirâmdan biri “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bundan fazla yapılacak bir şey var mı? Buyurdular ki, (Onlar için sadaka verin ve hac eyleyin!) Biri çıkıp dedi ki, anam-babam çok şefkatsızdırlar, onlara nasıl itâ’at eyleyeyim? Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak seni besledi. İdâre ve maişetini te’mîn eyledi. Sana dînini, îmânını öğretdiler. Seni islâm terbiyesi ile büyütdüler. Şimdi nasıl olur da, şefkatsız olurlar? Bundan dahâ büyük ve kıymetli şefkat olur mu?)

Ana-baba hakkında hikâye olunur ki, hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, Tûr-i sînâda Hak teâlâ hazretleri ile mükâleme ederken, (Yâ Rabbî! Âhıretde benim komşum kimdir?) diye sordu. Hak teâlâ buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Senin komşun, falan yerde, falan kasabdır!) Mûsâ aleyhisselâm kasabın yanına giderek beni müsâfir eder misin dedi. Yanında müsâfir oldu. Yemek zemânı gelince, kasab, bir parça et pişirdi. Dıvârdaki asılı zenbili aşağı alarak, orada bulunan ve sâdece kemiklerden ibâret bir kadına et verdi ve suyunu da verdi. Üstünü başını temizleyip, zenbile koydu. Mûsâ ‘aleyhisselâm” sordu, bu senin neyindir? Kasab, annemdir. İhtiyâr olup bu hâle girdi; işte her sabâh, akşam kendisine böyle bakarım dedi. Kasab annesine yemek verirken, o za’îf ve âciz annesi, oğluna düâ ederek, yâ Rabbî! Oğlumu Cennetde Mûsâ aleyhisselâma komşu eyle dediğini Mûsâ aleyhisselâm dahî işitmiş. Bunun üzerine kasaba, Mûsâ aleyhisselâm müjde ederek, seni Allahü teâlâ afv ederek, Mûsâ aleyhisselâma komşu etmiş, demişdir.

Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsan, derhâl onların rızâsını almağa çalış, yalvar, minnet eyle ve her ne yaparsan yap, onların gönlünü al! Ana-babanın evlâd üzerinde hakları çok büyükdür. Bunu dâimâ göz önünde tutarak, ona göre hareket eyle!

Tenbîh: Anaya, babaya ve hocaya ve hükûmete isyân etmek, karşı gelmek câiz değildir. İslâmiyyetin yasak etdiği birşeyi emr ederlerse, ısyân etmemeli, suç ve günâh işlememelidir.

Şemsül-eimme-i Serâhsînin “rahime-hullahü teâlâ” [483 de vefât etdi] (Siyer-i Kebîr) şerhi tercemesi 83. cü sahîfesinde diyor ki: Ana-babaya iyilik etmek, onları zarardan ve sıkıntıdan korumak farz-ı ayndır. Cihâda gitmek ise, farz-ı kifâye olduğundan, ana-babadan izn olmadıkca harbe gitmek halâl olmaz. Ana-baba kâfir de olsalar, onlara iyilik etmek, hizmet etmek farzdır. Ticâret, hac ve ömre için ana-babadan iznsiz sefere gitmek câizdir. İlm öğrenmek için gitmek de öyledir. Zîrâ bunlarda, harb gibi, ölüm tehlükesi olmadığından, ayrılık hüznleri, kavuşmak ümmîdi ile zâil olur. Ana-babanın ve hocanın günâha sokacak olan emrlerine itâ’at lâzım değildir. Meselâ, hırsızlık için veyâ birini öldürmek için veyâ yol kesicilik için veyâ zinâ için bir kadını bir yere gönderirlerken, orada buna mâni’ olabilecek bir adam bulunsa, fekat bu adamın mâni’ olmasına anası-babası müsâ’ade etmese, bunları dinlemeyip mâni’ olması lâzımdır. Zîrâ, günâha mâni’ olmak farz-ı ayndır. Ana-babaya itâ’at ise, günâh olmıyan emrleri için, farzdır. Ana-babanın farzı terk etdirmesi günâh olduğundan bu emrleri yapılmaz. Nisâ sûresi ellidokuzuncu âyetinde meâlen, (Ey mü’minler! Peygamberime “sallallahü aleyhi ve sellem” ve sizden olan, âmirlerinize itâ’at ediniz!) buyuruldu. Günâh olmıyan emrlere itâ’at lâzımdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bir yere ufak bir askerî birlik göndermişdi. Başlarına da bir kumandan ta’yîn etmişdi. Âmirleri, bunlara kızıp, büyük bir ateş yakdırdı ve bu ateşe giriniz, bana itâ’at farzdır dedi. Askerlerin ba’zısı girelim, dedi. Bir kısmı da biz ateşden kurtulmak için müslimân olduk, girmeyelim, dedi ve girmediler. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bunu haber alınca: (Eğer itâ’at edip girselerdi, Cehennemde ebedî kalırlardı) buyurdu. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Üzerinize âmir ta’yîn edilen müslimân, her kim olursa olsun, harâm ile emr etmedikçe, ona itâ’at ediniz! Harâm olan emrlerine itâ’at etmeyiniz!) İtâ’at etmemek başkadır. İsyân etmek, karşı gelmek başkadır. Bu iki şeyi birbirine karışdırmamalıdır.

Kaynak: İslâm Ahlâkı Kitabı, s. 470-472