Tabiin

TÂBİÎN

Eshâb-ı kirâmı gören Müslümanlar, Peygamber efendimizi görmemiş, fakat Eshâb-ı kirâmın sohbetine kavuşan, onlarla görüşüp konuşanlar.

Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; “İnsanların en hayırlısı, benim asrımda olan Müslümanlardır (yâni Eshâb-ı kirâmdır). Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir (yâni Tâbiîndir). Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir. Onlardan sonra gelenlerde yalan yayılır. Bunların sözlerine ve işlerine inanmayınız.” buyurdular. Bu hadîs-i şerîfte Tâbiînin büyüklüğü, kıymeti bildirilmekte, âhiretteki üstün dereceleri müjdelenmektedir.

Tâbiînin içinden pek büyük âlimler çıkmış, bütün insanlığa kıyâmet kopuncaya kadar yol gösterecek, ışık tutacak eserler bırakmışlardır. Çünkü onlar, Peygamber efendimizin mübârek cemâlini gören, hizmetiyle şereflenen Eshâb-ı kirâma yetişip, onları görmek ve sohbetlerine kavuşmak saâdetine ermişlerdir. O hidâyet yıldızlarının ışıklarıyla parlamışlardır. Bunun için, ebedî kurtuluş bunlara mahsus oldu. Sonsuz saâdete bunlar kavuştu. Allah yolunda giden kâfile, bunlar oldu. Ümmet-i Muhammed içinde Eshâbdan sonra en üstün onlar oldular. Bu büyük âlimler, Eshâb-ı kirâmla Tâbiîn-i izâmın, yâni Selef-i sâlihînin îmânları hep aynıydı. İnanışları arasında hiç fark yoktu. Sonra gelenler bu îmânı yâni Ehl-i sünnet îtikâdını hep Tâbiînden öğrendiler. Şimdi yeryüzünde bulunan Müslümanların çoğu Selef-i sâlihînin inancında, Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebindedirler.

Yetmiş iki sapık bid’at fırkasının hepsi ikinci asırdan sonra ortaya çıktı. Bunların bir kısmının kurucuları daha önceden yaşamış iseler de, kitaplarının yazılması ve toplu olarak ortaya çıkmaları ve Ehl-i sünnete karşı baş kaldırmaları Tâbiîn-i izâmdan sonra oldu.

Tâbiînin en meşhur simâsı İmâm-ı A’zam hazretleridir. Eshâb-ı kirâmdan (radıyallahü teâlâ anhüm ecmaîn) sonra gelen müctehidlerin en büyüğüdür. Bu büyük imâm, her hareketinde, verâ ve takvâ üzereydi. Her işinde Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) tam mânâsıyla tâbiydi. İctihâd ve istinbâtta, ulaştığı dereceye hiç kimse varamadı. Kendisinden önce, daha âlim ve daha yüksek kimseler geldiyse de, onların zamânında, uydurmalar ve sapıtmalar, henüz yayılmamış olduğundan, doğruyu ayıracak mi’yârlar hazırlayıp kitaplara geçirmemişler; daha başka kıymetli işlerle uğraşmışlardır.

İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh ise, Eshâb-ı kirâmdan öğrendiği ilmi, kitaplara geçirmiş, doğruyu ayıracak mi’yârlar hazırlamıştır.

Tâbiîn içinden; Veysel Karânî, Kâsım bin Ebî Bekr-i Sıddîk, Hasan-ı Basrî, Saîd bin Müseyyib, Urve bin Zübeyr, Hârice bin Zeyd bin Sâbit, Seleme bin Abdurrahmân, Süleymân bin Yesâr, Ubeydullah bin Abdullah bin Utbe bin Mes’ûd, Alkame bin Kays, Mesrûk bin Ecdâ (rahmetullahi aleyhim) gibi birçok mübârek zât da ilim, ibâdet, zühd ve takvâlarıyla meşhur olmuştur.

Tâbiîni, âlimler tabakalara ayırmışlardır. Bunlar; bir kısmına göre üç, bâzılarına göre on beş tabakadır.

Birinci tabaka: Hayâtlarında Cennetle müjdelenerek Aşere-i mübeşşere ismiyle şöhret bulan Eshâb-ı kirâmı görüp, onlardan rivâyetlerde bulunanlar. Kays bin Ebî Hâzım rahmetullahi aleyh gibi.

İkinci tabaka: Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin sağlığında doğdukları hâlde, Efendimizi görmekle şereflenemeyenler. Hazret-i Alkame, Mesrûk radıyallahü anhümâ gibi.

Üçüncü tabaka ve diğer tabakalar. Diğer sahâbîleri görüp hadîs-i şerîf rivâyet edenler, en son vefât eden sahâbîden hadîs rivâyet edenler gibi kısımlara ayrılmaktadır.