Yunus Emre

Yunus Emre

On üçüncü yüzyıl tasavvuf şâiri.

Şiirleri asırlar boyunca zevkle ve hayranlıkla okunmuş, yalnız bizde değil birçok ülkelerde de alâka uyandırmış bulunan müstesnâ bir şahsiyettir.

Bâzı kayıtlardan ve şiirlerinden 1240 yıllarında doğduğu, 80 sene civârında yaşadığı, Bolulu olduğu, Eskişehir-Sarıköy’de (Bugünkü ismi Yûnus Emre) vefât ettiği ve buraya defnedildiği anlaşılmaktadır.

Ankara-Eskişehir demiryolunun kenarında bulunan türbesi 1948’de yolun genişletilmesi için kaldırılmak istendi. Fakat bir türlü bu işte muvaffak olunamamıştı. Hatta bir defâsında döşenen rayların sökülüp sekiz metre geriye atıldığı görüldü. Bunun üzerine Yûnus Emre için bir türbe yapılıp bedeninin oraya nakline karar verildi. Yûnus Emre’nin yeni kabri eskisinden 100 m kadar ilerideki bir tepecikte yapıldı. Yeni kabrine taşıyacak beş kişilik heyet, kimseye haber vermeden ve hiçbir merâsim yapmadan çalışacaktı. Karar verildiği üzere hareket edildi. Yalnız ertesi gün Yûnus Emre’nin çevresine dâvetsiz, îlânsız 30.000’den fazla insanın toplandığı görüldü.

Yûnus Emre’nin kabri îtinâ ile açıldı. Bedeni 700 seneden beri hiç bozulmamış bir halde, bir eli yüzünde, bir eli kalbinin üstünde, rahat bir şekilde uzanmış yatıyor görüldü. Mübârek bedeni oradan alındı, tabuta kondu ve kalabalığın elleri üzerinde 100 metrelik mesâfe tam üç saatte kat edildi. Yeni mezarına defnedildi.

Yûnus Emre’nin vasiyeti şu idi:

“Beni Hocamın türbesinde, giriş yolu üzerine gömsünler!”

Bundan murâdı şeyhini ziyârete gelenlerin, kendisini çiğneyip geçmeleri idi. Bu, onun hocasına ne ölçüde bağlı olduğunu göstermektedir.

Yûnus Emre’nin kabrinin Karaman gibi başka şehirlerde olduğu da rivâyet edilmektedir.

Yûnus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî hazretleri zamânında yaşamış, onunla sohbet etmiştir. Taptuk Emre’nin talebesidir. Otuz seneden fazla onun hizmetinde bulunmuş ve ondan feyz almıştır. Hattâ bâzı kaynaklar, Taptuk Emre’nin kızını, Yûnus Emre’ye verdiğini hem talebesi, hem de dâmâdı olduğunu kaydeder.

Yûnus Emre, Taptuk Emre’nin hizmetinde bulunurken mânevî âleminde bir ilerleme olmadığını zannederek, üzüntüsünden dağlara, kırlara düştü. Bir gün yolculuğunda iki kişiye rastgeldi. Onlarla arkadaş oldu. Her öğün bunlardan biri duâ eder, duâlarının bereketiyle bir sofra yemek gelirdi. Duâ sırası Yûnus Emre’ye geldi. O da duâ etti.

Duâda “Yâ Rabbî benim yüzümü kara çıkarma. Arkadaşlarım kimin hürmetine duâ ettiyse, onun hürmetine duâmı kabul et!” dedi. Duâ bitince iki sofra yemek geldi. Arkadaşları, “Kimin yüzü suyu hürmetine duâ ettin?” diye sordular. Yûnus Emre; “Önce siz söyleyin.” dedi. Arkadaşları da; “Biz Taptuk Emre’nin kapısında hizmet eden Yûnus’un hürmetine diye duâ ettik!” dediler. Bunun üzerine Yûnus Emre durumunu anlayıp, tekrar Taptuk Emre’nin yanına döndü ve hizmetine devâm etti.

Senelerce hocasına dağdan odun taşıdı. Getirdiği odunlar gerilmiş ip gibi düzgündü. Hocası; “Ey Yûnus, bu ne iştir? Hiç eğri odun görmedim.” buyurunca; “Efendim, bu kapıya eğri odun yakışmaz.” cevâbını verdi.

Anadolu halkı tarafından Yûnus Emre öylesine sevilmiştir ki, bu sevgi, saygı ve hayranlık zenginliği için bir başka misâl göstermek zordur. O her bakımdan milletimizi birbirine bağlayan mânevî ibrişim olmuştur. Onda, toplumumuzun iç yapısındaki aynı hisler, duygular ve değer yargıları vardır. Onu unutturmayan sebep budur. Yûnus Emre’nin Dîvân’ının bulunmadığı, ilâhîlerinin okunmadığı ev yok gibidir.

Yûnus Emre şiirlerini arûzla ve daha çok hece vezniyle yazmıştır. Şiirleri açık, derin mânâlı, samimî ve heyecanlıdır. İlâhî aşk, varlık, yokluk, hayat, ölüm meseleleri ve bunlara bağlı olarak, dünyânın fâniliği gibi meseleleri şiirlerinde en güzel şekilde anlatmıştır.

Yûnus Emre’den başka bu ismi kullanan birkaç şâir daha görülmüştür. Bunlardan bilinenlerden ikisi, “Aşık Yûnus” ve “Derviş Yûnus”tur. Bunların şiirleri de yanlışlıkla Yûnus Emre’ye mâl edilmiştir.

Bâzıları, Yûnus Emre’nin tahsil görmediğini ümmî olduğunu iddiâ etmekteyse de, şiirlerinden Arapçayı, Farsçayı, İslâm ilimlerini, İslâm târihini kısaca zamânının bütün ilimlerini iyi bildiği ve bir “Hak âşığı” olduğu anlaşılmaktadır.

Yûnus Emre’de günübirlik konulara rastlamayız; geçim endişesi, âile sıkıntısı, evlât acısı, yakınlarının şahsî ve âilevî meselelerine hemen hemen hiç yer vermez. O, insanlığın umûmî kader çizgisi üzerinde durmuştur. Bunlar: Kabir, ömrün geçişi, ölüm, vahdet-i vücut, dünyâlık, Allahü teâlâya îmân ve yalvarma, dînî esaslar, insanın yalnızlığı, aşk ve mâverâ, nasihatlar ve hayâtın gâyesi gibi insanlığa has meselelerdir.

İslâm dîninde üzerinde durmaktan çekinilen meseleler karşısında Yûnus Emre, her dilin söyleyemeyeceği bir kolaylıkla terennüm etmiştir. Meselâ, Yaratıcıyı güllerde koklayan bir insane hazzıyle söylediği sâde, basit fakat söylenilmesi güç mısralar, Allah için olan, sevgi dolu bir inanışın terennümüdür:

Salınır Tûbâ dalları

Kur’ân okur hem dilleri

Cennet bağının gülleri

Kokar Allah deyü deyü

Her yerde, her seste, her renkte Allah’ın varlığını bulan şâir, bu dilsiz varlıklardaki “gizli dil”in hayranıdır:

Altındandır direkleri

Gümüştendir yaprakları

Uzadıkça budakları

Biter Allah deyü deyü

mısralarla bize önce bulutsuz bir günün ışıklarıyla aydınlanmış bir ağaç gösterir. Biz bu altın tablo karşısında hayran hayran bakınırken, o ağacın dış güzelliğinden iç güzelliğine akarak, budaklarının uzayışındaki sırrı anlatır. Varlıkların her zerresinde Yaratıcıyı aramakla uğraşır. Bütün Allah âşıkları gibi sevgilisine kavuşamama endişesini taşır:

Murâdıma, maksûduma ermezsem

Hayıf bana, yazık bana, vah bana

Kadir Mevlâm cemâlini görmezsem

Hayıf bana, yazık bana, vah bana

diye feryat edişi bundandır. Allah’tan uzak kaldıkça, kalabalıklar içinde dahi kimsesiz olan insanın sonsuz garipliğini, şiir dolu Türkçe bir söyleyiş hâline getirmek için Yûnus’un şöyle bir düşüncesi yeter:

Acep şu yerde var m’ola

Şöyle garip bencileyin

Bağrı başlı gözü yaşlı

Şöyle garip bencileyin

Bir garip ölmüş diyeler

Üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar

Şöyle garip bencileyin

..............................

Bâd-ı Sabâya sorsunlar

Cânân illeri kandadur

Görenler haber versinler

Cânân illeri kandadur

diye diyâr diyâr aradığı Allah sevgisine erdiğinde ve O’na yaklaştığını anlayınca:

Canlar canını buldum

Bu canım yağma olsun

Ballar balını buldum

Kovanım yağma olsun

diyerek sevincini coşkun bir şevkle dile getirmiştir.

Onun, hiçbir yapmacığa sapmadan, bir sanat kaygısına düşmeden söylediği sâde, külfetsiz, fakat güzel şiirlerine bütün tasavvuf edebiyatında benzer şiirler bulmak kolay değildir.

Yûnus’un şiirlerinde, İslâmî bir duyuş ve düşünüş sistemi olan tasavvuf ilmi hâkimdir. Fakat geri kalan her şey dil, vezin, nazım şekli hemen hemen tamâmıyla millîdir. Şiirleri, tasavvufî olduğu için yanlış mânâlara bile çekilmiştir. Yûnus Emre, böyle şiirleri için diyor ki:

Yûnus bir söz söyledi

Hiç bir söze benzemez

Câhillerin içinde

Örter mânâ yüzünü

Çok incelikler sezilen Yûnus Emre’nin şiirleri okundukça, insana yeniden ve tekrar tekrar okuma hevesi verir. Çünkü tatlı bir söyleyiş, ferahlık verici bir anlam ve kolay anlaşılır nasihatları vardır. Temas ettikleri konular hemen hemen her insanı ilgilendirir. Yûnus Emre’nin şiirlerinin çoğu atasözü hâlini almıştır. Meselâ dünyâ fâniliği hakkında milletin ağzında çok yaygın olan mısraları böyledir:

Mal sâhibi, mülk sâhibi

Hani bunun ilk sâhibi

Mal da yalan, mülk de yalan

Var biraz da sen oyalan

Birçok şiirinde gönül kırmamaya dikkat edilmesini dile getirmiştir:

Durma kazan, ye, yedir

Bir gönül ele getir

Yüz kâbe’den yegrektir

Bir gönül ziyâreti

İslâm âlimlerine uyulmasını tavsiye eden başka bir şiiri de şöyle:

Bu yol gâyet uzaktır

Dünyâ ona tuzaktır

Bu tuzağa uğrayan

Komaya kılavuzun

İlimden, okumaktan maksadın hakkı bilmek olduğunu da şöyle anlatır:

Okumaktan maksat ne

Kişi hakkı bilmektir

Çün okudun bilmezsin

Bu nasıl okumaktır

İlim, ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsen

Bu nice okumaktır

Verenin-alanın yalnız Allahü teâlâ olduğunu, takdire rızâ gösterilmesini de şöyle anlatır:

Ne varlığa sevinirim

Ne yokluğa yerinirim

Aşk ile avunurum

Bana seni gerek seni

Çok konuşmayı da şu şekilde özetlemiştir:

Az lâf erin yüküdür, çok lâf hayvan yüküdür

Yûnus Emre’de aşk, gerçek insanlık yoludur

“Bu dünyâda öldür beni, varıp orda ölmeyeyim, birden aşksız olmayayım” diye niyâzda bulunur.

Velhâsıl çileli yoldan geçmedikçe Allahü teâlâya kavuşamayacağını anlamıştır. Çünkü huzura çıkış ve bağışlanmada kesin bir emniyet yok, onda ümit ve korku birlikte yürüyor. Ayrıca kitap, peygamber, Kâbe gibi îmân bilgileri şiirlerinde büyük bir yer tutuyor. Hepsinin başında Ehl-i sünnet inancına uygun bir peygamber îmânı, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem sevgisi vardır.

“Allahü teâlâ, âlemi Muhammed aleyhisselâmın aşkına yaratmıştır. Hadîs-i kudsîyi şiirleştirirken:

Araya araya bulsam izini

İzinin tozuna sürsem yüzümü

Hak nasip etse görsem yüzünü

Yâ Muhammed canım arzular seni

gibi samîmî deyişlerinin yanında; salevât-ı şerîfin mânâ ve âhenk bakımından Türkçemizde karşılığı olan “Adı güzel kendi güzel Muhammed” gibi veciz anlatımlar vardır. “Güzel Kâbetullah” da kıblegâhımız için söylenmiş nefis bir şiirdir.

Muhtevâ yönünden, Yûnus Emre’nin şiirleri, âhenk, mânâ, mecaz, duygu, düşünce zenginliği ile yüklüdür. Bir kitap dolduracak derinliği ve genişliği olan fikirleri kolaylıkla birkaç mısrada söylemek Yûnus Emre’de görülür:

Ete kemiğe büründüm

Yûnus diye göründüm

gibi.

Yûnus Emre, şiirlerinde duran, oturan, tasarlayan değil de, dâimâ düşünen, gezen, konuşan, seyreden çalışan hareketli bir insan olarak görünmektedir. Yûnus Emre yepyeni bir mecaz örgüsü kurmuştur. Bu yoldaki bilgilerini, hislerini, müşahhas eşyâ ve tabiata âit unsurlarla canlı bir hâle koymuştur. Bu teşbih, istiare ve tasvir unsurlarını herkesin çok iyi tanıdığı, hemen gözönüne getireceği bahçe, ev vâsıtalarından, onlara âit isim ve sıfatlardan seçmiştir. Tarla, ekin, ağaç, çiçek, meşe, çadır, yağ, balık, arı, kova...” gibi yalnız tabiatı bir vâsıta olarak kullanır. Yeşil dünyâsı, sembol ve ibretlerle doludur.

Büyük mutasavvuflardan Niyâzî Mısrî, Yûnus Emre’nin ünlü şahsiyeti üstünde sekiz ay düşünüp çalıştıktan, hattâ rüyâsında görerek, onunla konuştuktan sonra şiirini tefsir edebildiğini söylemiştir.

Allah katında bir ermiş kul olan Yûnus Emre’yi milletimiz, menkıbelerin kucağında gerçek bir hayat ile yaşatmıştır. Hayâtının her dönemine âit menkıbeleriyle edebiyat târihinin boşlukları doldurulmuştur.

Yûnus Emre, 3.000 kadar şiir söylemiş, bunlar bir Dîvân hâlinde toplanmıştır. Molla Kasım, eline geçen bu Dîvân’ı bir su kenarında okur. Dîne uygun bulmadıklarını yırtıp yırtıp suya atar. Böylece 2.000 kadarını imhâ etmiştir ki, şu beyitle karşılaşır:

Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme

Seni sigâya çeken bir Molla Kâsım gelir

Bu beyti okur okumaz Yûnus’un kerâmet ehli erenlerden olduğunu anlar. Dîvân’ı öpüp başına koyar. Fakat ne çâre ki elde 1.000 şiir kalmıştır.

Nazar eyle ilerü

Pazar eyle götürü

Yaradılanı hoş görür

Yaradandan ötürü

İlim meclislerinde aradım kıldım talep

İlim geride kaldı ille edep, ille edep

Ana rahminden geldik pazara

Bir kefen aldık döndük mezara

Yûnus Emre; Peygamber efendimizle bütün yakınlarının, Dört Halifenin, hazret-i Peygamberin soyundan gelenlerin, bütün İslâm âlimlerinin ezelî âşıkıdır. Hiçbir bâtıl cereyana kapılmadığı gibi, onlar karşısında ahlâkî nizâmı, din sevgisini ve gerçek tasavvufu koruyan kültür ve sanat seddi olmuştur. Sâdece azap korkusuyla değil, ihlâsla, Allah rızâsı için ibâdet yapmayı şiirlerinde işlemiştir. Yûnus Emre için “dervişlik” herkese faydalı olmak ülküsüdür. Tembelliği, tufeylî ve faydasız olmayı kınamıştır. Dâimâ hakikate, yâni Allah sevgisine kavuşmaya çalışmış:

Şerîat, tarîkat yoldur varana

Hakîkat, mârifet ondan içerü

diye hakîkî tasavvufu terennüm etmiştir.

“Yaradılmışı hoş gör yaradandan ötürü” diyen Yûnus Emre, bütün insanlar, hattâ bütün canlı ve cansızlar Allahü teâlânın yaratığı ve mazharı olduklarına göre, soy, millet, renk, mevki ve refah farkı gözetmeksizin onları sevmek gerekir. Tasavvufun ve İslâmın bu yüce ilmini Yûnus Emre çok işlemiş, bu yüzden bütün çağlara ve milletlere hitap eden bir lisan hâline gelmiştir.

1408 yılında Osmanlı Türklerine esir düşen ve Anadolu’da 20 yıl kadar kalmış olan Transilvanyalı Mülbacher isimli Avusturyalı bir yabancı, Yûnus Emre’ye âit şiirleri, ilâhîleri duymuş ve öğrenmiştir. Memleketine döndüğünde Yûnus Emre’nin şahsiyetinde İslâmı anlatmış, kitaplar yayınlamış, yazılar yazmıştır. Bundan sonra da Batı ülkelerinde Yûnus ismi çok yaygınlaşmıştır.

Eserleri:

Yûnus Emre’nin bilinen iki eseri vardır:

1. Risâlet-ün-Nushiyye: Mesnevî şeklinde, “Fâilâtün Fâilâtün Fâilün” vezniyle yazılmış tasavvufî, ahlâkî, dînî bir eserdir.

2. Dîvân: Yûnus Emre Dîvânının birçok yazma nüshaları vardır. Fakat bu Dîvân’daki bütün şiirlerin Yûnus Emre’nin olduğu söylenemez. Yûnus tarzında söylenen daha sonraki şâirlerin şiirleri de karışmıştır. Taş basması nüshaları da vardır.

Yûnus Emre’nin şiirlerinden:

DOLAP

Benim adım dertli dolap

Suyum akar yalap yalap

Böyle emreylemiş Çalap

Derdim vardır inilerim

Ben bir dağın ağacıyım

Ne tatlıyım ne acıyım

Ben Mevlâya duâcıyım

Derdim vardır inilerim

Beni bir dağda buldular

Kolum kanadım yoldular

Dolaba lâyık gördüler

Derdim vardır inilerim

Dağdan kestiler hezenim

Bozuldu türlü düzenim

Ben bir usanmaz ozanım

Derdim vardır inilerim

Şol dülgerler beni yondu

Her âzâm yerine kondu

Bu iniltim Hak’tan geldi

Derdim vardır inilerim

Suyum alçaktan çekerim

Dönüp yükseğe dökerim

Görün beni neler çekerim

Derdim vardır inilerim

Yûnus bunda gelen gülmez

Kişi murâdına ermez

Bu fânide kimse kalmaz

Derdim vardır inilerim

***

Dağlar ile taşlar ile

Çağırayım Mevlâm seni

Seherlerde kuşlar ile

Çağırayım Mevlâm seni

Su dibinde mâhiyle

Sahralarda âhû ile

Abdal olup yâhû ile

Çağırayım Mevlâm seni

Gökyüzünde Îsâ ile

Tûr Dağında Mûsâ ile

Elindeki asâ ile

Çağırayım Mevlâm seni

Yûnus okur diller ile

Ol kumru bülbüller ile

Hakk’ı seven kullar ile

Çağırayım Mevlâm seni

***

Canlar canını buldum

Bu canım yağma olsun

Assı ziyândan geçtim

Dükkanım yağma olsun

Ben benliğimden geçtim

Gözüm hicâbına açtım

Dost vaslına eriştim

Gümânım yağma olsun

İkilikten usandım

Birlik hanına kandım

Dürd-i şarabın içtim

Dermânım yağma olsun

Varlık çün sefer kıldı

Dost ondan bize geldi

Virân gönül nur doldu

Cihânım yağma olsun

Yûnus ne hoş demişsin

Bal ü şeker yemişsin

Ballar balını buldum

Kovanım yağma olsun

***

Aşk îmândır bize gönül cemaat

Dost yüzü kıbledir, dâimdir salât

Dost yüzün göricek şirk yağmalandı

Onunçun kapuda kaldı şeriat

Kimsenin dînine hilaf demeyiz

Dîn tamam olunca doğar muhabbet

Yûnus öyle esridi ol kapıda

Diler ki olmaya ebedî azad

***

Kılalım seyrân, edelim Cevlân

Mest olup hayran şeyh eşiğinde

Nice bir ülfet, edelim uzlet

Çekelim halvet şeyh eşiğinde

Bıraktım ârı, istedim yârı

Kestim zünnârı şeyh eşiğinde

Aldım himmeti, geçtim zulmeti

Buldum hayâtı şeyh eşiğinde

Yûnus’um elhak Didar’a müştak

Eriştim aşka şeyh eşiğinde

***

Bilirim seni, yalan dünyâsın

Evliyâları alan dünyâsın

Kaçan kurtulsa, kuş kurtulaydı

Şâhin kanadın kıran dünyâsın

Sevdiğim aldın, beni ağlattın

Dönüp yüzüme gülen dünyâsın

Süleymân tahtın sen vîrân kıldın

Masumlar boynunu buran dünyâsın

***

Severim ben seni cândan içerü

Yolum vardır bu erkândan içerü

Şerîat, tarîkat yoldur varana

Hakîkat, mârifet andan içeri

Beni bende demen bende değilim

Bir ben vardır bende, benden içerü

Süleymân kuş dilin bilür dediler

Süleymân var Süleymândan içerü

Tecelliden nasib erdi kimine

Kiminin maksudu bundan içerü

Senin aşkın beni benden aluptur

Ne şirin derd bu dermandan içerü

Miskin Yûnus gözü tuş oldu sana

Kapunda bir kuldur senden içerü.