Ramazanda Bir Hırka-i Saadet Ziyareti

Her yıl Ramazan ayının on ikinci günü Hırka-i Saâdet’in içinde bulunduğu sanduka Revan Köşkü’ne taşınır, umûmî bir temizlik yapılır; bu arada duvarlar gülsuyu ile yıkanır, öd ağacı ve buhurlar yakılır, dâirenin direkleri cilâlanırdı.

Ramazanın 15’i gelince, bütün devlet erkânı, alimler, yeniçeri ve sipahi ağaları öğle namazına doğru Babüssaade Kapısı önünde toplanırlar ve Sadrazam’ın teşrifini beklerlerdi.  Bu arada Şeyhülislam da hanesinden çıkarak öğle namazını kılmak üzere doğruca Ayasofya Camii’ne gelirdi.

Şeyhülislam’ın Ayasofya Camii’ne gelmiş olduğu haberi saraya ulaşınca Sadrazam, Babüssaâde’de kendisini bekleyenlerin yanına gelir ve onlarla birlikte Ayasofya Camii’ne giderdi. Burada bütün cemaat toplu halde öğle namazını kıldıktan sonra büyük bir alay halinde Salavât-ı Şerifeler okuyarak Arz Odası’na gelirlerdi. Padişah ise öğle namazını kendi dairesinde eda eder ve devlet ileri gelenlerinin Ayasofya dönüşünü beklerdi.

Bu arada Hırka-i Saadet öğle, namazından iki saat kadar önce, Has Oda vazifelileri tarafından gümüş sandukasıyla birlikte sehpanın üzerinden alınarak, birbiri üzerine konulmuş sim sırmalı, işlemeli yastıklar üzerine bırakılır, daha sonra da Kur’an-ı Kerim okumaya burada devam edilirdi.

Padişah ile beraber başta Şeyhülislam ve Sadrazam olmak üzere vezirler, alimler, İstanbul’da bulunan diğer devlet adamları, sipahi ve yeniçeri ağaları, silahdar ağa, çuhadar ağa, rikabdâr ağa, peşkir ağası, anahtar ağası, başçuhadar gibi erkân sırayla ve toplu halde Hırka-i saadet dairesine girerlerdi.

Daha sonra yeşil ipek kadifeden sim sırmalı, ince işlemeli yedi bohçaya sarılı, altından yapılmış bu çekmece Padişah’ta bulunan altın bir anahtarla açılır, bunun da içinden yedi bohçaya sarılı bulunan Hırka-i Saâdet meydana çıkartılırdı.

Bütün bu işler yapılırken, birinci ve ikinci Padişah imamları ile Has Oda imamı ve diğer güzel sesli müezzinler, diz çöktükleri yerden hiç durmaksızın Kur’an-ı Kerim okumaya devam ederlerdi. Hırkayı önce Padişah öper, yüz ve gözlerini hırkaya sürerek, Peygamber Efendimizin şefaatini dilerdi. Padişahtan sonra Şeyhülislam, Sadrazam ve Padişah’ın işaret ettiği diğer şahıslar büyük bir edep ve saygı ile huzur-ı hırkaya dahil olurlar, öpüp iki gözlerine sürdükten sonra gerisin geriye giderek bir kenara çekilirlerdi. Bu arada Padişah üzerlerinde Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’e ait olan;

“Hırka-i Hazret-i Fahri Resûle

Atlas-ı Çarh olamaz pây-endaz,

Yüz sürüp zeyline, takbil ederek

Kıl şefî-i ümema arz-ı niyâz” 

(Mavi gök bile bütün Peygamberlerin kendisiyle öğündüğü Muhammed Aleyhisselâm’ın hırkasına yaygı olamaz. O’nun eteğine yüz sererek ümmetlerin şefaatçısına yalvar.)

Yazılı tülbetleri Hırka-i Saâdet’e sürerek, ziyarete gelenlere sıra ile verirdi. Bundan sonra ziyaret mekânına büyük bir altın leğen getirilerek içine zemzem suyu doldurulur ve hırkanın eteği hafifçe bunun içine batırılırdı. Eteği suyun içerisine batırılmış olan hırka bir süre altın leğenin içinde muhafaza edilir, bu zaman süresinde vazifeliler içlerinden Kur’an-ı Kerim, ziyaretçiler ise Salat-ü Selâm okumaya devam ederlerdi.

Daha sonra hırkanın eteği altın leğen içindeki zemzem suyundan çıkartılır ve amber dumanıyla kurutulurdu. Böylece yüz sürülen kısmı da yıkanmış olurdu. Bu su sonra küçük şişelere konulur ve ağızları mühürlenerek devlet ileri gelenlerine hediye edilirdi.

Ziyaret tamamladıktan sonra Hırka-i Saâdet’in altın muhafazası yine Padişah tarafından altın anahtarıyla kilitlenir, yedi bohçaya sarılır, hepsinin dışındaki ipek kadifeden bohçasına yerleştirilir ve nihayet sandukası kilitlenerek yerine konurdu.

Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL