Buhara

Buhara

BUHÂRA

Özbekistan Cumhûriyeti sınırları içinde bulunan târihî bir şehir. Zerefşan Irmağının aşağı havzasındaki büyük vahâda yer alan Buhâra şehrinin denizden yüksekliği 220 metredir. Kara ikliminin tesirinde olup kışlar soğuk, yazlar ise çok sıcak geçer.

Buhâra idâresinin merkezi olan şehrin bulunduğu yerde eski devirlerden beri şehirler kurulmuştur. Eskiden beri idârî bir bölge olan Buhâra’nın merkezi Nûmicker (Bûmickes) idi. Sanskritçede manastır mânâsına gelen Viharanın Türkçedeki şekli buhardan türemiş  olması mümkündür. Buhâra idâresinin merkezi olan Nûmickes şehrinde kurulan bir "Vihara" (manastır) sebebiyle şehre bu ad verilmiştir.

İslâmiyetten önce İranlıların Türklerin veya başka milletlerin hâkimiyetinde kalmış olan Buhâra’nın önemli bir ilim, kültür ve ticâret merkezi hâline gelmesi, Müslümanlar tarafından feth edilmesinden sonradır. Hazret-i Muâviye’nin halîfeliği zamanında Abdullah bin Ziyâd tarafından fethedilmeye teşebbüs edildiyse de, şehrin hükümdârı olanBidûn Hâtun bâzı şartlarla sulh antlaşması yaptı. Bu antlaşmaya göre yıllık 1 milyon dirhem vergi ve 200 muharip vermeyi kabul etti. İki yıl sonra hazret-i Muâviye’nin Horasan Vâlisi Saîd bin Osman bin Affan bu antlaşmayı yenileyerek Buhâra’yı İslâm hâkimiyetine aldı. Ancak buradaki İslâm hâkimiyeti devamlı olamadı. Şehir zaman zaman Müslümanların kontrolünden çıktı. Emevîlerin Horasan vâlisi Kuteybe bin Müslim 706-709 yılları arasında düzenlediği seferler neticesinde Buhâra’yı tamâmen fethetti. Kuteybe binMüslim İslâmiyetin yayılması için geceli gündüzlü çalıştı. Birçok mescid yaptırdı. 712 senesinde Kale içinde bulunan puthânenin yerine büyük bir câmi yaptırdı. Bîdûn Hâtun’un oğlu Tuğşâde Buhâra Vâlisi tâyin edildi. İslâmiyeti kabul etmekle şereflenen Tuğşâde otuz yıl Buhâra’da hüküm sürdükten sonra 739’da Semerkant’ta iki kişi tarafından öldürüldü. Onun zamanında henüz Müslümanlığı kabul etmemiş olan Türkler, Buhâra’yı birkaç defâ ele geçirdiler. Tuğşâde’den sonra oğlu Kuteybe ve kardeşi Bünyat Buhâra’yı idâre etti.

Emevîler zamanında ve Abbâsîlerin ilk devirlerinde Buhâra’da yerli hükümdârdan başka Merv’deki Horasan vâlisi tarafından tâyin edilen bir emir veya âmil bulunuyordu. Horasan Vâlisi olan Fâzıl bin Süleyman et-Tûsî, Buhâra şehrinin etrâfını düşman hücumlarından korumak için sûrlarla çevirdi (782). Bulunduğu yer îtibâriyle Horasan vilâyet merkezi Merv’le yakın ilişki içinde bulunanBuhâra, Horasan vâlileri merkezlerini Merv’den Nişâbur’a taşıyınca Mâverâünnehr’in diğer kısımlarının idâresinden ayrıldı. 874 senesine kadar Horasan’daki Tâhirîlere bağlı bir vâli tarafından idâre edilmekteydi. Buhâra Emîri Yâkub bin Leys es-Saffâr Tâhirîleri ortadan kaldırdı ve kısa bir müddet kendisini Horasan hükümdârı îlân etti. Adına hutbe okundu. 874 senesinde şehir halkı ile ulemâ Sâmânîlerden Semerkant hâkimi Nasr bin Ahmed’e başvurarak şehri ona teslim ettiler. Nasr da küçük kardeşi İsmâil’i Buhâra vâliliğine tâyin etti. Böylece Buhâra 999 yılına kadar Sâmânîler tarafından idâre edildi.

Buhâra şehri Sâmânîlerin idâresinde kaldığı bu dönemde târihinin en parlak devrini yaşadı. Büyük bir ilim, kültür ve ticâret merkezi oldu. 892 yılında Nasr bin Ahmed ölünce yerine İsmâil geçti ve Buhâra’da yerleşti. Böylece Buhâra, Sâmânîlerin devlet merkezi oldu. İsmâil 900 yılında Saffârilerden Amr bin Leys’i yenince Abbâsî halîfesi tarafından Horasan emiri olarak tanındı. Bu sâyede Buhâra zengin ve büyük bir devletin merkezi oldu. Sâmânî hükümdarları âlim, edip ve şâirleri himâye ettikleri için çok sayıda edip ve şâir Buhâra’da toplandı. Birçok saray, medrese, câmi ve mescid inşâ edildi. Buralardan yetişen âlimler İslâmiyetin yayılmasına hizmet ettiler. İlmin yanında sanâyi de gelişti. Özel kumaşlar dokunan Dârü’t-Tıraz yaptırıldı. Buhâra’da dokunan kumaşlar, halılar, kilimler, yünlü ve pamuklular, seccadeler çeşitli ülkelere ihraç edildi. Buhâra ve etrâfında zirâat, ticâret ve sanâyi çok gelişti, çok büyük çarşılar inşâ edildi.

Karahanlılardan Hârun Buğra Han 992’de Buhâra’yı geçiçi olarak işgâl etti. Karahanlı İlig Han Nasr bin Ali 999 senesinde Buhâra’yı zabtedip Sâmânî Devletine son verdi. Bunun üzerine şehir eski siyâsî önemini kaybetti. Karahanlılar devrinde Buhâra’yı vâliler idâre etti. Bir buçuk asır boyunca şehre hâkim olan Karahanlı hükümdarlarının ancak birkaçı Buhâra’da oturdu. Bunlar bâzı yeni binâlar inşâ ettirdiler. Buğra Han İbrâhim bin Nasr 1044-45’te Fâtımîler lehine başlatılan şiî propagandasına karşı çıktı. Buhâra’daki İsmâilîlerin öldürülmesini emretti. On birinci yüzyılın ikinci yarısında Şemsülmülk Nasr bin İbrâhim Han yeni bir Cumâ Câmii, şehrin güneyinde de Şemsâbâd denilen bir saray yaptırdı ve bir av sahası meydana getirdi. Arslan Han devrinde Buhâra en sâkin ve huzurlu dönemlerini yaşadı. Bu hükümdar kale ve surları yeniden yaptırdı. Cumâ Câmiini ve iki yeni saray inşâ ettirdi.

Buhâra, İslâm orduları tarafından fethedildikten sonra ilk defâ 9 Eylül 1141 târihinde meydana gelen Katvan Savaşından sonra putperest olan Karahıtayların idâresine geçti. Bununla berâberBuhâra’da Sadr ünvanlı hükümdarların nüfûzu devam etti. Harezmşah Alâeddîn MuhammedTekiş bin İlarslan 1182’de Buhâra’ya bir sefer düzenledi. 1207 senesinde KarahıtaylarDevletine son vererek Buhâra’yı hâkimiyeti altına aldı. Harezmşahlar döneminde Buhâra mâmur hâle getirildi. Şehrin çeşitli yerlerine medreseler, kütüphâneler ve câmiler yapıldı, şehrin kalesi tâmir ettirildi. Harezmşahların otoritesi bir müddet daha devam etti. Alâeddîn Muhammed Tekiş 1217-18’de Buhâra’da Abbâsî halîfesi Nâsır Lidinillah adına okunmakta olan hutbeye son verdi.

Moğol hükümdarı Cengiz Han 1220 senesinde Buhâra’yı kuşattı. Üç gün müddetle yaptığı şiddetli hücumlar neticesinde kaleyi almak mümkün olmadı. Bu sırada kale savunmasını lüzumsuz sayan vâli ve bâzı komutanlar hücuma karar verdiler.Kuşatmanın üçüncü günü âni bir taarruzla Moğol çemberini yarıp çıktılar. Fakat Ceyhun Nehri kıyısına varmadan Moğol süvârileri tarafından imhâ edildiler.

Ertesi gün şehrin etrafındaki sahra güneş ışıkları altında kan ile dolmuş büyük bir gölü andırıyordu. Bu durum karşısında Buhâra ahâlisi aman dilemek üzere Cengiz Hana Kâdı Bedrüddîn’i elçi gönderdi. Yapılan görüşmeler sonucunda halka dokunulmayacağı vâdiyle Moğol ordusu 1220 senesi Şubat ayının on birinde Buhâra’ya girdi. Bir kısım Türkmenler teslim olmayı kabûl etmeyerek iç kaleye çekildiler. Verdiği sözde durmayan Cengiz, şehrin yağmalanmasını ve ateşe verilmesini emretti. Binaların çoğu ahşap olduğu için birkaç gün içinde Cumâ Mescidi ile tuğladan yapılmış bâzı binaları dışında şehrin tamamı yandı. İç kaleye çekilen Türkmenler şehri kahramanca savundular. Her saldırılarında Moğollara büyük kayıplar verdirdiler. Kum tanesi gibi kalabalık olan Moğol sürüsü karşısında iç kale de fazla dayanamadı. Kale düştü ve içindekilerin hemen tamamına yakını şehid edildiler. Bu savunmada Türkmenlerden otuz bine yakın asker Moğollar tarafından şehid edildi, hanımları ve çocukları da esir edildi.

Cengiz Han, oğlu Tuli ile şehre girdiği zaman, ihtişâmına hayran kaldığı Ulu Câmiye atı ile girdi. Âlimlere çeşitli hakâretlerde bulundu. İçki sofrası hazırlatıp esir kadınları raksetmeye zorladı. Bu sırada, Kur’ân-ı kerîmlerin ve büyük İslâm âlimlerinin yazdığı değerli kitapların muhâfaza edildiği dolaplar ve sandıklar, Moğol askerlerince yağmalandı. Kur’ân-ı kerîmler ayaklar altına alındı. Bir kısmı parçalanarak yakıldı. O sırada câmide bulunan âlimler, içleri kan ağlayarak bu durumu seyrediyorlar ve gadab-ı ilâhiyyeye uğradıklarına inanıyorlardı. Cengiz, daha da ileri gitti ve ilme olan düşmanlığının nişânesi olarak oradaki bütün âlimleri öldürttü. Anbarlarda bulunan zâhirelere el koydu. Şehirde ve hisardaki kadınlar ve ihtiyarlar dâhil herkesin, üzerlerindeki elbiseden başka bir şey götürmemek üzere Namazgâh Sahrasına çıkartılmasını istedi. Erkekler, Semerkant muhâsarasında kullanılmak üzere orduya alındı. Kadınlar askerlere dağıtıldı ve şehir baştan başa yağmalandı.

Bir zamanlar yalnız Mâverâünnehr’in değil, bütün İslâm âleminin en meşhûr ilim ve kültür merkezlerinden olan âlim ve evliyâ yatağı Buhâra, yanıp yıkılmış, kale ve surları yerle bir edilmiş, halkı darmadağın olmuş ve bir enkaz yığını hâline gelmişti. Bu hâdiseleri, Horasan’a kaçan bir Buhâralı kısaca; "Moğollar yıktılar, yaktılar, öldürdüler ve gittiler." diyerek veciz bir şekilde dile getirmiştir.

Cengiz’in yerine geçen Ögeday, Buhâra’yı tekrar mâmur hâle getirdi. 1238 senesinde Buhâra halkı Moğollara karşı isyân ettilerse de, isyân kısa sürede bastırıldı. 20.000 kişi öldürüldü. Moğolların egemenliği altında Buhâra’nın nasıl idâre edildiği ve durumu hakkında kaynaklar yeterince bilgi vermemektedir. Şehir; 1273’te İran Moğolları, 1276 yılında da Çağataylar tarafından ele geçirilerek yağmalandı. Buhâra hiçbir zaman böyle üst üste felâkete uğramamıştı. Şehirde yedi sene canlı varlık bulunmadı. 1283 senesinde Emir Kayd ve Mes’ûd Bey, Buhâra’yı îmâr ederek, başka beldelerden getirdikleri halkı yerleştirdiler. Mes’ûd Bey Mes’ûdiye Medresesini yaptırdı. 1316 senesinde, Çağatay prensi Yasavur tekrar Buhâra’ya saldırarak şehri yağmaladı. Halkın büyük kısmını alıp götürdü ve zorla Ceyhun bölgesine yerleştirdi.

Çağatay Hânedânı ve daha sonra Timur ve Timuroğulları devrinde Buhâra, Mâverâünnehr’in siyâsî hayâtında mühim bir mevkiye sâhib olmamıştır. Bu devirde Buhâra’da meydana gelen en önemli olay Behâeddîn Nakşibend tarafından kurulan Nakşibendiyye tarîkatının ortaya çıkmasıdır. Buhâra ve civârında insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatan Şah-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî’nin talebelerinden Hâce Muhammed Pârisâ, Buhâra’da çok etkili oldu. Bu devirde yetişen Uluğ Bey de Buhâra şehrinin merkezinde bir medrese yaptırdı. Özbekler, 1500 senesinde Buhâra’yı ele geçirdiler. Özbeklerden MuhammedŞeybek, Şeybânîler Hânedânına Buhâra’yı pâyitaht yaptı. Buhâra, Şeybânîlerden Ubeydullah bin Mahmûd ile Abdullah bin İskender Han zamanında, siyâsî ve mânevî hayâtın merkezi durumuna geldi. Şehir bu durumunu bölgede kurulan Astırhanlar (Estarhanlar) ve Mangıthanlar döneminde de devam ettirdi.

Astırhanlar hanlıkları, Ruslar tarafından işgâl edilince, reislerinden Yâr Muhammed ile oğlu Can, Buhâra’ya sığındılar. İskender’in kızı ile evli olan Can’ın oğlu Bâki Muhammed, on altıncı yüzyılın sonlarında Canoğulları sülâlesini kurdu. Abdülazîz devri, Buhâra Hanlığının son parlak devri oldu. Daha sonraları zayıflayan Buhâra Hanlığı, 1740 yılında Nâdir Şah tarafından yıkıldı. Nâdir Şahın ölümünden sonra Canoğullarının yerine Mangithanlar sülâlesi geçti. 1860’tan sonra Ruslar, Türkistan içlerine doğru ilerlediler. Onların bu hareketini engellemeye çalışan Emir Muzaffereddîn, 1868’de Zirebulak’ta mağlub oldu. Ruslar Buhâra’ya bağlı bâzı yerleri işgal ettiler. Ruslar, İngiliz rekâbetinin de tesiri ile Buhâra Hanlığını yarı bağımsız bir hâle getirdiler. Bölgenin verimli topraklarını sömürmek için, demiryolu kenarlarına Rus köyleri kurarak çoğunluğu sağlamaya çalıştılar. 1910-1920 yılları arasında emirlik yapan Mîr Alîm Han zamanında da Rus baskısı devam etti. Ruslar 1917 Komunist ihtilâli ile harekete geçen emire karşı 1918 yılında savaş açtılar. Birçok Türk aydını öldürüldü. Buhâra ve çevresi Ruslar tarafından işgâl edilince, Mîr Alîm Han 1920 yılında Afganistan’a sığındı. 6 Ekim 1920’de Buhâra Hanlığı ilgâ edildi. İnsanlar, kadın-erkek, ihtiyâr-çocuk demeden kızıl kurşunlara hedef oldular. Câmi ve mescidler kapatılıp, din adamları kurşuna dizildi. Buhâra bir defâ daha harâbe hâline geldi. Afganistan’a geçen Mîr Alîm Han, orada öldü. 1979’da, kızılordu Afganistan’ı işgâl edince, Mîr Alîm Hanın oğlu ve yakınları Pakistan’a geçti. Daha sonra Türkiye’ye getirilerek Gaziantep’te yerleştirildi.

Mâmûr olduğu devirlerde belli başlı ilim merkezlerinden biri olan Buhâra’da yetişen binlerce âlimden bâzıları şunlardır: İmâm-ı Buhârî, Hakîm Tirmizî, Muhammed bin Selâm el-Bîkendî, Abdullah bin Muhammed el-Müsnedî, Muhammed bin Yûsuf el-Bîkendî, İbrâhim bin el-Eş’as, İmâm-ı Muhammed Şeybânî, Yûsuf-i Hemedânî, Abdülhâlık-ı Goncdüvânî, Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Muhammed bin Muhammed Buhârî, Hâce Muhammed Pârisâ, Seyyid Emîr Külâl, Mahmûd Buhârî.

Buhâra, verimli ve bereketli bir arâziye sâhipti. Ticârî faaliyetler çok gelişmişti.MüslümanlarBuhâra’yı fethettikten sonra, pekçok câmi, medrese ve kütüphâne gibi mîmârî eserler yaptılar. Yuvarlak tuğla pâyeler üzerine sivri kemerli ve kubbeli bir yapı olan ve zamanımıza kadar ulaşan Hazer Degaron Câmii, Karahanlılar tarafından yaptırılmıştır. Her kubbenin etrâfı tonozlarla çevrili olan câmi, 1121 senesinde yapılmıştır. Kuli Hâtun ve Hakîm Tirmizî türbeleri de zamanımıza kadar ulaşan eski eserler arasında olmakla birlikte, bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuşlardır.

Ayrıca Uluğ Bey tarafından yaptırılan Uluğ Bey Medresesi, on beşinci asır mîmârîsinin güzel bir örneğidir. 1536 senesinde yapılan Mîr Arab Medresesi ile 1652 senesinde yapılan Abdülazîz Han Medresesi, on altıncı asır mîmârîsini çok güzel temsil eder. Buhâra’da son medrese, 1807 senesinde Niyâzi Kul tarafından yaptırılan Dört Kuleli Medresedir.

Rusya’da komünist rejim, iktidârı ele geçirdikten sonra, yönetimi altında bulunan Mâverâünnehr’de birçok ibâdet yerlerini yıktılar. Yalnız Buhâra vilâyetinde 360 câmi ve mescid yıktırıldı. Uluğ Bey Medresesini bıraktılar ki, o da din aleyhtarlığı için müze olarak kullanıldı. Buhâra kütüphânelerinde bulunan binlerce Kur’ân-ı kerîm ve hadis kitapları başta olmak üzere, bütün dînî eserleri toplayıp, yakan komünistler, sokaklarda yırtarak ayaklar altında çiğnediler. Halkın evlerinde bulunan dînî, millî ve târihî kitaplara varıncaya kadar toplayıp imhâ ettiler. Kitapları teslim etmek istemeyen binlerce Müslümanı da hunharca şehid ettiler.

Rus işgâlinden sonra başkenti Taşkent olan Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhûriyetinin bir şehri hâline gelen Buhâra’da Sovyet idâresine karşı başlatılan silahlı mukâvemet 1926 yılına kadar sürdü. 1923 sonunda Buhâra hükümeti tamâmen Rus kontrolü altına alındı. Halkın büyük bir kısmı Afganistan’a, geri kalanı da kırsal alanlara ve Özbekistan şehirlerine kaçtı. 1930 ve 1940’lı yıllarda da baskılar sebebiyle bir göç daha yaşandı. Şehrin nüfusu tamâmen azaldı. Fakat İkinci Dünyâ Savaşından sonra hızlı bir artış gösterdi. 1939’da 50.000 iken 1969’da 69.000’e, 1970’te 112.000’e yükselmiş günümüzde ise 200.000’i aşmıştır. 1950’lerde doğal gaz rezervlerinin bulunmasıyla Buhâra’nın gelişmesi hızlanmıştır. Buhâra topraklarından elde edilen doğal gazın boru hattıyla Urallara, Avrupa’nın bir kısmına ve diğer Orta Asya ülkelerine nakledilmesi, şehrin ticârî ve ekonomik yönden önemini arttırmaktadır. Buhâra’nın bugünkü nüfusu; Özbekler, Türkmenler, Kırgızlar, Kazaklar, Tatarlar, Uygurlar, Tacikler, Ruslar, Kafkasyalılar, Ukraynalılar ve Yahûdîlerden meydana gelmektedir. Buhâra şehri Özbekistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra tekrar ilim, kültür ve ticâret merkezi olmaya namzet görünmektedir.