Celâlzâde Mustafa Çelebi (ö. 1567)

1491 (H. 896)’da Tosya’da doğdu.

1567 (H. 975)’de vefât etti.

Medrese tahsiline Tosya’da başladı. Bir müddet tahsîl gördükten sonra İstanbul’a gidip Sahn-ı semân medresesi dânişmendliğine kadar yükseldi. Hat san’atında dîvânî yazıyı çok güzel yazması ve mahareti sebebiyle sadrâzam Pîrî Mehmed Paşa ve Nişancı Seydi Bey’in himâyesi neticesinde medreseden ayrılarak devlet idaresinde vazîfe aldı. Yavuz Sultan Selim Han’ın iltifatına mazhâr oldu. Genç yaşta devlet hizmetine girip, 1516’da dîvân-ı hümâyûn kâtibliğine tâyin edildi. Çalışkanlığı, vazifesine bağlılığı, bilhassa sır saklaması sebebiyle pâdişâhın da îtimâdını kazandı. Dîvâna âid işlerde ve muamelelerde gayet iyi yetişti. Yavuz Sultan Selîm Han devlet erkânından gizli bâzı yerlere göndereceği emirleri Mustafa Çelebi’ye yazdırırdı. Pâdişâh şöyle yaz diye emrettiği zaman; Mustafa Çelebi itaat ve edeb göstermekle beraber, dîvân yazışmaları usûlüne ve derece teşrifatına uygun düşmeyen mütâlaaları yazmakta tereddüd ederek, samîmi îzâhlarıyla Pâdişâh’ı ikna ederdi. Dîvân muamelâtında yetişmesinde hâmisi nişancı Seydi Bey’in emeği çoktur.

Celâlzâde Mustafa Çelebi, daha sonra öteden beri kendisini seven ve himaye eden sadrâzam Pîrî Mehmed Paşa’nın tezkirecisi (özel kalem müdürü) oldu ve sadrâzamlığı müddetince bu vazîfede kaldı. Mühim işlerin doğru olup olmadığını yerli yerince araştırırdı. Pîrî Mehmed Paşa emekli olunca; 1523’de Enderûn’dan has-odabaşı İbrâhim Bey, Rumeli beylerbeyiliği vazifesini de üzerine alarak sadrâzamlığa getirildi. Celâlzâde Mustafa Çelebi bu sadrâzamın da tezkerecisi oldu ve başarılı hizmetlerde bulundu.

Yavuz Sultan Selîm Han’ın Mısır’ı fethinden bir müddet sonra, Mısır’da Çerkes beyleri, halkı isyâna teşvik etmişti. Çerkes-Kölemen sultasının yeniden kurulmak istendiği ve halka adaletsizlik yapıldığı, halkın şikâyetçi olduğu bildiriliyordu. Pâdişâh durumun mahallinde incelenmesi için sadrâzam İbrâhim Paşa’yı 1524’de Mısır’a gönderdi. Celâlzâde Mustafa Çelebi de tezkereci sıfatıyla sadrâzamla birlikte, Mısır’a gitti. Kalabalık bir hey’etle ve beş yüz kadar yeniçeri ile Kâhire’ye ulaşan sadrâzam, orada durumu İnceledi. Memlûk sultanlarından Kayıtbay ve Kansu Gavri ile Mısır’ın ilk Osmanlı beylerbeyi Hayır Bey’in tatbik ettikleri kânunları inceledi. Sonra hazîneyi ve halkın menfâatlerini koruyacak âdil bir kânun tertib ettirdi. Bu yeni kânunun hazırlanmasında Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin büyük hizmeti oldu. On bir ay sonra Osmanlı sadrâzamı ve hey’eti İstanbul’a döndü. Celâlzâde Mustafa Çelebi; Mısır’daki hizmet ve gösterdiği liyâkati sebebiyle, reîs-ül-küttâblık vazîfesine terfî ettirildi. On sene bu vazifede hizmet etti. Ayrıca yapılan seferlere katıldı.

Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın Irakeyn seferinde Tebriz’den Bağdâd’a dönüldüğünde, 1554’de Nişancı Seydi Bey vefât etti. Bu zâtın yerine Celâlzâde Mustafa Çelebi nişancılığa tâyin edildi. Osmanlı devlet idaresinde nişancı, dîvân-ı hümâyûn toplantılarında önemli bir yer tutardı. Husûsî müzâkereler de Osmanlı Devleti’nin eski ve yeni kânunlarını nişancı gayet iyi bilirdi. Ayrıca şer’î ve örfî (hukukî) kânunların arasını te’lif etmek kudret ve selâhiyetine hâiz olması sebebiyle, bu hususlar hakkında fikir ve mütâlâalarından istifâde edilen, devlet kânunlarına âid hükümleri yazan, vezirler ile devlet büyüklerine (adamlarına) verilen menşur ve berâtları bizzat tahrîr (yazarak) veya müsveddelerini tedkîk ederek pâdişâhın ismini hâvi tuğrayı çekmek yetkisine hâiz idi.

Celâlzâde de nişancılıkta aranan devlet adamlığı vasıflarını üzerinde taşıyan bir devlet adamı idi. Bu vazifede 23 sene kaldı. Hizmetleri sayesinde devlet kânunlarında müracaat edilen önemli bir mercî oldu. Kendisini yetiştiren Seydi Bey’den daha fazla şöhret buldu. Devlet idaresine dâir bütün kânunlar elinden geçti ve onun tedbirleriyle hâllolundu. Kanunnâmedeki tâbir üzerine bihakkın Müftî-i kânun olup, Koca Nişancı diye meşhur oldu. En karışık mes’elelerin halli için onun mütâlâası alınırdı. Meşhur Tâcizâde Cafer Çelebi’den sonra Celâlzâde gibi bir nişancı gelmemiş ve yaptığı kânunlar, tahrîrât (yazışmalar), ahkâm ve menşûrlardaki yazış tarzı, kendisinden sonra yarım asırdan ziyâde nümûne olmuştur. Celâlzâde’nin yüksek vukuf ve mesâisine mükâfat olarak, nişancılık hasları, o târihe kadar hiç bir nişancıya verilmeyen 300.000 akçeye çıkarılmıştır.

Celâlzâde Mustafa Çelebi, 1557 senesine kadar nişancılık makamında kaldı. Yaşı yetmişe ulaşmıştı. O târihte vezîriâzam Dâmâd Rüstem Paşa’nın tavsiye ve ısrarı üzerine görevinden istifa etti ve Müteferrika başılık rütbesi verildi. Yerine değerli bir zât olan Eğri Abdizâde Mudurnulu Mehmed Bey tâyin edildi. Kânûnî Sultan Süleymân Han, Celâlzâde’nin kıymet, ehliyetini ve uzun yıllar devam eden hizmetini takdir ettiğinden, vezîriâzam Rüstem Paşa’ya rağmen, o târihe kadar emsali görülmemiş bir mükâfatla taltif etti. Nişancılığında aldığı haslar ile emekli yaptı.

Celâlzâde Mustafa Çelebi, Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın son seferinde müteferrika olması dolayısıyle, maiyyetinde de bulundu. Zigetvar muhasarası esnasında Nişancı Eğri Abdizâde Mehmed Bey vefât ettiğinden, 1566’da Celâlzâde ikinci defa nişancı tâyin edildi. Fakat, ihtiyarlığını ileri sürerek kabul etmek istemedi. Ancak emir üzerine kabule mecbur oldu. Bu sırada sultan Süleymân Han vefât etmişti. Fakat vefât haberi pek gizli tutulduğundan hâriçten duyulmamıştı. Celâlzâde, Pâdişâh’ın vefâtından haberdâr olmadığı için, nişancılık hil’atı giymek için otağ-ı hümâyûna girdiği vakit, hayatta zannettiği kadirşinas Pâdişâh’ının öldüğünü anlayınca, kendisini tutamayarak ağlamaya başlamıştı. Fakat vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa’nın ikâzı üzerine kendisini toplamış ve me’mûriyet hil’atini giydikten sonra, otağ-ı hümâyûndan dışarı çıkmıştı. Onun bu hil’atini görenler, Pâdişâh’ın sıhhatte olduğu zannı ile şüphelerini giderdiler.

Mustafa Çelebi, ordu ile beraber İstanbul’a döndü. Sultan İkinci Selîm Han zamanında on üç ay kadar nişancılıkta bulundu ve 1567’de 75 ilâ 80 yaşları arasında vefât etti. Eyyûb Sultan Nişancası’nda yaptırdığı câminin bahçesine ve kendisinden evvel vefât eden kardeşi Salih Çelebi’nin yakınına defnedildi.

Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin; devletin kânun ve nizamlarına vukufu, yeni kânunlar tanzim ve tedvîni, bir de ilmî faaliyeti ve ilmî şahsiyeti yönünden iki cephesi vardır. Mustafa Çelebi, Türkçe inşâdaki (yazmadaki) kudret ve mehâretinden başka, Arabça ve Farsça’da da kalem sahibi, âlim ve şâir bir zât idi. Kaleme almış olduğu berât veya menşûrlardaki inşâ (yazma) san’atı kudreti, zamanına göre pek kuvvetlidir ve münşeatı senelerce nümûne olarak kallanılmıştır. Bilhassa Safevî hükümdarı Şah Tahmasb’a yazılan nâme-i hümâyûn ve pâdişâhın emriyle bilhassa vezîriâzam İbrâhim Paşa için kaleme aldığı seraskerlik menşuru, kuvvetli kalem sahibi olduğunun en parlak nümûnelerindendir.

Celâlzâde Mustafa Çelebi, uzun süren devlet hizmetleri esnasında eser yazmaya fırsat bulamadı. On sene süren emeklilik hayâtı boyunca da kitap te’lifi ve tercümeler yaptı. Eyyûb Sultan Nişancı mahallesindeki konağında; âlimler, şâirler ve edipler ile ilmî ve edebî sohbetler yaptı.

Eserleri şunlardır:

1- Tabakât-ül-memâlik ve derecât-ül-mesâlik: Hicrî 962 senesine kadar olan olayları anlatan bir târih kitabı olup, sonra gelen tarihçilerin hemen hepsine kaynak olmuştur. Kânûnî devrindeki ordu, devlet teşkilâtı, vilâyet ve sancaklardan, İstanbul’daki muhtelif te’sislerden, ilmî ve içtimaî müesseselerden de bahseder. Dili süslü bir nesirdir.

2- Mohaç-nâme,

3- Rodos fetihnamesi,

4- Fetihnâme-i Karaboğdan (Gazâvât-ı Sultân Süleymân),

5- Selîmnâme,

6- Mevâhib-il-hallâk fî merâtib-il-ahlâk,

7- Delâil-i Nübüvvet-i Ahmedî,

8- Hediyyet-ül-mü’minîn,

9- Cevâhir-ül-ahbâr fî hasâilil-ahyâr,

10- Kanunnâme,

11- Târih-i kâle-i İstanbul ve ma’bed-i Ayasofya.

Ayrıca Münşeat ve Dîvânçe’si de vardır. Şiirlerinde Nişânî mahlasını kullanmıştır. Çok cömert ve üstün ahlâk sahibi idi. Eyyûb Nişancasında bir câmi ve o civarda bir halvetiyye tekkesi ve hamam yaptırmıştır.

 

Kaynaklar

1) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-13, sh. 350, 363

2) Osmanlı Müellifleri; cild-3, sh. 37, 279

3) Şakâyık-ı nu’mâniyye Zeyli (Atâî); sh. 48, 113

4) Tezkire-i Latîfî; sh. 218, 336

5) Târih-i Peçevî; cild-1, sh. 743

6) Tuhfe-i Hattâtîn; sh. 229

7) Tezkiret-üş-Şuarâ (Hasan Çelebi); cild-1, sh. 548