Neşri

Meşhur Osmanlı târihçisi. Asıl adı Muhammed’dir. Cihân-nümâ adlı eseriyle tanınan Neşrî’nin hayâtı hakkında kaynaklarda geniş bilgi yoktur. Doğum târihi bilinmemektedir. Karaman’da, Germiyan veya Edirne’de doğduğu rivâyet edilmektedir. 1512 veya 1519’da vefât etmiştir. Gençliğinde Bursa’da bulunduğu ve orada tahsil gördüğü rivâyet edilir.

Neşrî, Sultan İkinci Murâd, Fâtih Sultan Mehmed ve İkinci Bâyezîd Han devirlerini yaşamış ve hâdiselere şâhit olmuştur. Sultan İkinci Bâyezîd Hanın pâdişâhlığının son senelerinde Bursa Sultâniyesinde müderrislik yaptı. Yazdığı Cihân-nümâ adlı târih, sekiz kısımdan meydana gelen bir dünyâ târihidir. Ancak bu eserinin sâdece Osmanlı hânedânıyla ilgili olan altıncı kısmı zamânımıza kadar intikâl etmiştir. Bu bölümü de Târih-i Âl-i Osmân adıyla meşhurdur. Bu altıncı kısım üç bölüm hâlinde olup, Evlâd-ı Oğuz Han, Rum Selçukluları ve Osmanlı Hânedânı şeklindedir. Osmanlı hânedânı ile ilgili kısım, Sultan İkinci Bâyezîd Han devrine kadar vukû bulan târihî hâdiseleri ihtivâ etmektedir. İkinci Bâyezîd Hanın başardığı büyük işlerden, inşâ ettirdiği binâlardan, uzak diyârlara gönderdiği elçilerden, vezirlerden, âlimlerden, velîlerden ve dervişlerden bahsetmiştir. Kendinden sonra gelen târihçilere büyük ölçüde faydalı ve tesirli olan Neşrî, bu meşhûr eserini, Sultan İkinci Bâyezîd Hanın saltanatının ortalarına kadar vukû bulan hâdiseleri anlatarak bitirmiş ve Bâyezîd Hanı medheden bir kasîde de eklemiştir.

Umûmî bir Türk târihi olarak yazılan Cihân-nümâ’nın bulunmayan kısımlarında Oğuz Han ve çocuklarından, Türk devletlerinden, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklularından bahsedildiği tahmin edilmektedir. Neşrî’nin bu eseri, yazıldığı zamandan îtibâren mûteber tutulmuştur. İdrîs-i Bitlîsî, Hoca Sa’deddîn Efendi, Solakzâde, Rüstem Paşa, Âlî ve Müneccimbaşı gibi meşhûr târihçiler onun eserinden çok faydalanmışlardır.

Neşrî, eserinde hâdiseleri anlatırken, sâde bir dil kullanmıştır. Hâdiseleri tarafsız, ağırbaşlı ve îtimâd edilir bir üslûpla anlatmıştır. Yer yer yazdığı latîfelere rağmen ciddî târih üslûbundan ayrılmamıştır.

Neşrî, eserinde Osmanlı pâdişâhlarını, inanmış mücâhidler olarak, büyük bir gazâ rûhu ile savaşan, vazîfesini yerine getirmiş sultanlar şeklinde vasfeden nâdir târihçilerdendir. Osmanlı sultanlarının, İslâmiyeti tanımayan ülkeleri bu dinle şereflendirmek için çalıştıklarını ve bu uğurda gâzi veya şehit olmayı arzu eden kıymetli sultanlar olduklarını anlatmıştır. Fethedilen yerleri derhâl îmâra başladıklarını, ahâlinin refâhını temin için, çalıştıklarını zikretmiştir. Bu iş için derhâl câmiler, medreseler, imâretler, hanlar, hamamlar ve kervansaraylar yaptırdıklarını anlatmıştır. İslâm medeniyetinin yayılıp kökleşmesi için verdikleri hizmetleri dikkatle tâkip edip, yazmıştır.