Nereden nereye gelmiş! Ahmet Şimşirgil 13.08.2017

divan14Yıl 1982... Erzurum Atatürk Üniversitesi Tarih Bölümü son sınıftayım. İslami İlimler Fakültesi’nde okuyan arkadaşlar var. Bir gün sohbette son sınıf bir talebenin hocaya şöyle dediğini naklettiler:

“Hocam ben buraya, İslami İlimler Fakültesi’ne Ehl-i sünnet inancına sahip bir genç olarak geldim. Beş yılın sonunda ise buradan Ehl-i sünnet mi, Mürcie mi, Cebriye mi, Mutezile mi hak yolda, bilemeden ayrılacağım... İşte beş yılda beni getirdiğiniz nokta burası...”

Delikanlı gerçekten çarpıcı bir gerçeği ifade etmişti. Şimdi bir misal de kendimden vereceğim.

Geçtiğimiz yıl “Vakıflar Haftası” dolayısıyla bir üniversite konferans salonunda konuşma yaptım. Bu arada Müslümanın gerici, mürteci olmayıp asırlar ötesini görebilen ileri görüşlü bir kimse olduğunu ispat etmek için bir kızımıza, “yüz sene sonra nerede olacaksın” diye sordum. “Ölmüş olurum herhâlde” dedi. Bakın kızımız ne kadar ileri görüşlü dedikten sonra “Peki sonra ne olacak" dedim “Toprak olacağız” dedi. “Peki ruhun” dedim. Biraz durakladı ne desem acaba diye endişe duydu ve ardından “o da toprak olacak herhâlde” dedi. Dinleyenlerin çoğu şaşkınlıkla bakarken:

“Kızım sen kesinlikle ilahiyatta okuyorsun” dedim. "Evet" diye cevapladı...

İlahiyatçı olmayan birine sorunca o genç “sonsuz bir hayat var hocam” diye konuştu. Bu defa da dinleyenlere:

“İşte ilahiyatçı ile ilahiyatçı olmayanın farkı” diyerek başka, fakat acı bir gerçeğin altını çizmek zorunda kaldım.

Öyle anlaşılıyor ki artık "dini yıkmak" ilahiyatçıların "korumak" da matematik vs. ilim ehlinin işi olmuş gibi görünüyor...

Neden bu hâle gelindi? 

Aslında eğitimimizin İngilizler tarafından yönlendirildiğini hep söyleriz. Rahmetli Oktay Sinanoğlu eğitimle ilgili çözemediği bir konu olunca “İngiliz Muhipleri devrede” derdi. İngilizler tarih ve edebiyat müfredatıyla ilgilenirken ilahiyat alanını boş mu bırakacaktı sanıyorsunuz! Onların asıl oynamak istediği alan bu değil miydi? Nitekim İnönü’nün 1949 yılında Menderes ve ekibinin ayak seslerini işitip idarede saf dışı olacağını anlayınca derhal ilahiyat fakültelerini açtırmış olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Neden 27 yıldır dini unutturmak için büyük uğraş veren İnönü, giderayak ilahiyat fakültelerini açtırdı? Bu bilinmeden bugünü anlamak zordur.

Şöyle bir hadise nakledilir:

İnönü, ilahiyat fakültelerini kurma kararını alınca müfredatın hazırlanmasını istedi. İlgililer Hadis, Usul-i Hadis, Fıkıh, Usul-i Fıkıh, Tefsir, Akaid, Mantık, Kelam vs. getirdiler.

İnönü sinirlenmişti. "Bunlar ne?" dedikten sonra:

“Yazın bakalım. Sosyoloji, psikoloji, tarih, felsefe, hadis, tefsir, hukuk...” Etrafındakiler şaşkınlıkla izliyorlardı. İnönü sonunda hepsinin şaşkınlığını giderecek sözü söyledi: “Şimdi hepsinin başına 'din' diye ekleyin bakalım!..”

Böylece Din Felsefesi, Din Sosyolojisi, Dinler Tarihi, İslam Psikolojisi… diye ucube bir İlahiyat Fakültesi Programı ortaya çıkmış bulunuyordu.

Yani bizim ilahiyat fakültelerimiz İslam’ı öğretmeyecekti, felsefe yapacaktı. Usul ilimleri ortadan kaldırılmıştı. 1400 seneden beri yapılan çalışmalar, Ehl-i sünnet yolu, mezhepler, gelenekçi ve tarihselci denilerek müzeye kaldırılmıştı. Artık Kur’ân-ı kerimi sadece kendileri anlayacak ve kendileri manalandıracaktı... 

"Kur’an İslamı"ndan "Dinlerarası Diyalog"a! 

Buyurun şimdi bakalım. Bu müfredat ve eğitimin sonunda neler duydu, neler öğrendi bu millet!

Ankara İlahiyat Fakültesinde yetişen ve sonra dekanlığını da yapan (1980-82)  Hüseyin Atay “Kur’an’a Göre İman Esasları” teziyle doktorasını verdi. Artık Amentü’den “Kadere İman” bahsi çıkarılmış bulunuyordu. “Kur’an İslam’ı” kavramı da yavaş yavaş ilahiyat fakültelerine yerleştiriliyordu...

Yine Ankara İlahiyat’ta yetişen hocalardan Bahriye Üçok “İslam’da örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığı"nı ifade edince büyük tepkiler almıştı.

İstanbul İlahiyat Fakültesinin Kurucu Dekanı Yaşar Nuri Öztürk ise aynı yoldan giderken iman esaslarını üçe düşürmekte bir beis görmeyecekti.

Erzurum ve Marmara İlahiyatlarda hocalık yaptıktan sonra Sakarya İlahiyat’ın dekanlığını yapan Prof. Dr. Suat Yıldırım “Nüzül-i İsa” meselesini inkâr etmek bir tarafa Zaman gazetesinde “İsa aleyhisselamın şahs-ı manevi olarak ineceğini ve FETÖ'nün şahsında görüneceğini” dahi iddia etmişti.

Yine Ankara İlahiyat menşeli ve İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Dekanı Mehmed Aydın, din adına yaptığı fecaatleri bir yana FETÖ’nün yürütmüş olduğu ve bugün ülkemizi en ağır bir tahribatla karşı karşıya bırakan Dinlerarası Diyalog’un teorisyeniydi. Diyanetten sorumlu devlet bakanlığı döneminde dinimize en ağır tahribatta bulunacak ve “Kur’an-ı kerim tarihseldir. Yüzde kırkı atılmalıdır” diyecek kadar gözü dönecekti. Bu kişi, muhtemelen FETÖ hareketlerini o günlerden beri takip etmekte olan dönemin başbakanı, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey’in ilk defa kabine dışına atacağı adam olacaktır.

Bilhassa 1980’den sonra yaygınlaşan ilahiyat fakültelerine; özellikle Ankara İlahiyat’ta yetiştirilen hocalar sistemli bir tarzda yerleştirilerek dinde yapılacak tahribat bir anlamda tamamlanmak isteniyordu.

Bugün artık İslamoğlu, Okuyan, Öztürk, Taslaman vb. etiketli veya etiketsiz binlerce insan dinî değerlerle oynar hâle gelmiştir.

Öyle ki, ilahiyat fakültesi mezunu gençlerimiz halk içinde konuşamaz hâldedirler. Zira kendilerine -haşa- "yalan hadisler, şüpheli iman esasları, Kur’an-ı kerim acaba Allah kelamı mı, Kur’anda çelişkili âyetler, Kur’an ve Hadis çelişkileri..." gibi konulardan başka bir şey neredeyse öğretilmemektedir. Bu ilahiyat mezunları Allah için halkla bunları mı konuşacaktır? Hutbede bunları mı anlatacaktır?

Allah’tan sağlam bir inancı ve itikadı olan temiz ve asil milletimiz bunlara aldanmamaktadır.

Peygamberi tanımayan hocalar!

Kuruluş maksadı “İslami ilimlerin modern ilim zihniyeti ile okutulması” yani bir anlamda "İslam’ın felsefesi"ni yapmak olan Ankara İlahiyat Fakültesi’nde tohumları atılan âlim ve mezhep tanımaz ideoloji, sonunda mensuplarını Kur’an-ı kerimden başka hiçbir şey tanımaz hâle getirdi. İşte FETÖ-vari oluşumlar bu zihniyet içerisinde revaç buldu. Maalesef bugün ilahiyat fakültelerimizde dinî ilimlerin kaynağı tektir. O da "Kur’an-ı kerim"dir.

Oysa Kur’an-ı kerim Peygamber efendimiz için tek kaynaktı. Peygamber efendimiz de Eshabı için kaynaktı. Bugün sadece Kur’andan ahkam çıkarmaya çalışanlar Peygamber efendimizi "postacı" gibi görmektedirler. “Görevini yaptı gitti. Artık sıra bizim. Biz bugün Kur’anı daha iyi anlarız” demektedirler...

Genelleme yaparak yazdığım ve bu zihniyete sahip olmayan nice hocalarımızı da tenzih ederek (ki beni en iyi onlar anlamaktadırlar) bu tip insanlara Yunus Emre asırlar öncesinden şöyle sesleniyordu: 

Peygamber yerine geçen hocalar

Bu halkın başına zahmetli oldu.

Rahmetli Yunus, acaba bugünü görse şöyle mi seslenirdi:

Peygamberi de tanımayan hocalar

İslam’ı yıkmak için seferber oldu 

TEFEKKÜR 

Dalâl ehli cihan içinde çokdur

Hidâyet olmayana çare yokdur

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

13.08.2017 Türkiye Gazetesi