Dedelerimizin yanında idiler. Ahmet Şimşirgil 03.09.2017

divan17Bugün tarihe geçecek en iğrenç soykırımlardan biri yaşanıyor. Myanmar yani Arakanlı Müslüman kardeşlerimiz kan ağlıyor. Son iki yüz yılımızın tarihi incelense, bugün yaşadıkları yerleri ve varlıklarını dahi unuttuğumuz o güzel insanların, dedelerimizin derdiyle nasıl dertlendiklerini zor zamanımızda imdadımıza yetişmek için neler yaptıklarını göreceğiz. Heyhat tabii ki görmek isteyenlere. Bir de görmemek ve hatta göstermemek için çırpınanlar var.

Osmanlı Devleti’nin sıkıntılarla boğuştuğu 19. asırda Asya Müslümanları, Madagaskar’dan Myanmar’a kadar her tarafta halifeyle irtibatta idiler. 1870 yılında Myanmar’daki Ava Sultanlığı ilişkileri geliştirmek için Osmanlı Devleti’ne mektup göndermişti.

II. Abdülhamid Han döneminde Müslümanların halifesi bu bölge Müslümanlarının dilinden düşmez olmuştu. Hicaz demir yoluna yardım edenler arasında Myanmarlı Müslümanlar da vardı.

O dönemde Myanmar’ın adı Birmanya (Burma) idi. Müslümanlar topladıkları yardımları konsolosluk ve bankalar aracılığıyla Türkiye’ye gönderdiler. Bölgenin kanaat önderlerinden İbrahim Ali Molla, Abdurrahman ve Cemal efendiler topladıkları binlerce İngiliz lirasını Rangoon’daki fahri Osmanlı şehbenderliğine teslim etmişlerdi. Yine Birmanya’nın önemli şehirlerinden Mandalay ve Moulmein şehrindeki Müslümanlar da yardıma katıldılar.

Bilhassa Myanmar’dan gelen yardımlar Halife-i Müslimin II. Abdülhamid Han’ı çok duygulandırmıştı. Kendilerine Hicaz demir yolu madalyaları göndererek teşekkür etti.

1911’de İtalyanların Libya’yı işgali ve 1912’de Balkan Savaşları sırasında Hindistan, Çin, Singapur ve Myanmar’daki Müslümanlardan maddi yardımlar gelmeye devam etti. Ayrıca sağlık ekipleri de teşkil edilerek Türkiye’ye gönderilmişti. 

Arakanlı Müslümanlar gariptiler, fakirdiler, azdılar. Fakat ne fakir olduklarına baktılar ne de az oldukları için hayıflandılar. Acımızı ta gönülden hissediyorlardı. Tek düşünceleri vardı. Osmanlı-İslam Devleti’nin ve Müslümanların yanında olmak. Sadece bunu yerine getirdiler. Ne gönderebilirlerse gönderip yanımızda olmaya çalıştılar.

Devreye İngiliz girdi

Arakan, İslam’ın ilk girdiği ülkelerden biri idi. Hicri birinci asırda Allah Resulü’nün sahabelerinden Vakkas bin Malik hazretleri ve bir grup arkadaşı bu ülkeye ilk ayak basan Müslüman tacirlerdi. Bu tacirlerin ahlakına hayran kalan Arakanlılar arasında İslamiyet kısa sürede yayılmaya başlamıştı. 13. asra girildiğinde Arakan halkı tamamen Müslümanlaşmış bulunuyordu. 1430 yılında Arakan İslam Devleti kuruldu. Arakan İslam Devleti’nin ilk sultanı Süleyman Şah’tır. Arakan İslam Devleti 1784 yılına kadar bölgeye hükmetti. Bu dönemde Arakan bir ticaret ve ilim merkezi oldu. Portekizliler, Hollandalılar uzun yıllar Arakan ile ticaret yaptılar. Arakan, ekonomik olarak güçlü bir hâle geldi.

19. yüzyılda Arakan’ı işgal eden güç İngiltere’ydi. Arakan’ı iliklerine kadar sömürürken Arakanlı Müslümanları da maden ocaklarında zorla köle olarak çalıştırdı. Birinci Cihan harbinde esir düşen dedelerimizi de götürüp Arakanlı Müslüman kardeşlerimizle birlikte köle gibi çalıştırdı. Kim bilir Arakanlı kardeşlerimiz o dedelerimiz için ne gözyaşları döktüler.

İngilizlerin Budistleri tahriki sonucu 1942 yılındaki katliamlarda en az yüz elli bin Arakanlı hayatını kaybetti. Yüz binlerce Arakanlı da vatanını terk ederek komşu ülkelere sığındı.

Dünya kamuoyunda zor duruma düşen İngiltere, 1948 yılında bölgeden ayrılırken, Arakan’ı Burma Budist krallığına bıraktı. Onlara, Müslümanları imha etme, dinlerini bıraktırma ve asla fırsat tanımama misyonunu da yüklemiş bulunuyordu. İngiliz o günden sonra ve bugün de olduğu gibi artık Arakan’daki Müslüman soykırımına karşı, sadece sahte gözyaşları dökecek ve kınamakla yetinecektir.

Budistler, 1948’den sonra Arakanlı Müslümanlara dinlerini değiştirmeleri için görülmemiş zulüm ve işkencelerde bulundular. 1962 yılında askerî darbeyle iktidara gelen komünist General Ne Win, devletin tüm imkânlarını Müslümanları yok etmek için seferber etti. Buna rağmen Arakanlı Müslümanlar her ne pahasına olursa olsun dinlerini terk etmediler.

İnsan hakları kuruluşlarının raporlarına göre, 1962-1984 yılları arasında yirmi beş bin Arakan Müslümanı öldürüldü. Tüm mal varlıklarına el konuldu. İslam dini hakkında yalan ve iftiralarla Müslüman gençleri aldatmaya çalıştılar. 1978 yılının baharında, yüz binlerce Müslüman Bangladeş’e göçmek zorunda kaldı. 

Arakanlı Müslüman yanıyor!

Arakanlı Müslümanların çilesi bitmedi. Bugün de Arakan yanıyor. Arakan ağlıyor. Arakan çaresiz. Myanmar ordusu ve çeteleri Müslümanlara kan kusturuyor. Hristiyan dünyası ise ellerini ovuşturuyor. Zira akan kan, Müslüman kanı. İslam ülkeleri denilen İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri kör ve sağır rollerindeler. Kalpleri var hissiz, kulakları var sağır ve gözleri var kör. Bir tek Türkiye var sesini çıkarabilen. Zira bu zulüm karşısında ciğeri parçalanan bir Cumhurbaşkanımız var. Ancak o ses de gücü nispetinde bağırıyor. Zira bırakın dışarıya bakmayı içeride meşgul ettiriyorlar. Güçlü, birlik içinde ve ses veren bir toplum olsa onun devleti de o nispette ağırlık koyabilecek. Ama toplumumuzu tehlikeli bir biçimde yaraladılar.

Kutlu Doğum Haftası tartışmaları sırasında Hürriyet gazetesinde tam sayfa söyleşi yapan ve Orta Doğu’da akan kan yüzünden sadece Müslümanları suçlayan eski Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, yine malum gazeteye gitse de Budist zalimlerinin aleyhinde birkaç söz etse. Batılıların ikiyüzlülüğünden bahsetse. Arakanlı Müslümanların dertlerini dile getirebilse. Ne güzel olurdu! Hâlbuki onlar sadece Müslümanların arasına fitne sokmakta mahirdirler. Müslümanları böler, parçalar, zebun düşürür sonra da Arakan da olduğu gibi acımasızca yakarlar. Evlerine ocaklarına ateşler salarlar.

Gerçekten üzülüyorsak, buyurun!

Türk Devleti ve milleti olarak ne yapacaksak yapabilmeliyiz. Ben bir tek teklifte bulunayım. Ayda bir her cuma namazı, camilerde Arakan için para toplayalım. Toplanan paraları kuruşu kuruşuna Arakanlı Müslümanlara ve onlara sahip çıkanlara gönderelim. Böylece kendimizi de sıhhatli bir şekilde test etmiş oluruz. Kutlu Doğum haftalarında, çocukları zorla toplayıp şu kadar Fatiha okuttuk diye övünmek iş değil. Asıl olan zulüm altında inleyen Peygamber Efendimizin ümmetinin yanında olabilmektir. Dedelerimizin derdiyle dertlenenlerin torunlarını da bizlerin hatırlayabilmesidir. Yoksa Peygamber Efendimizi seviyoruz diye naralar atmayalım. Biz gidemiyorsak da paramız gider. Buyurun, neredesiniz?

On sene önce böyle bir olay yaşansa bugün trilyonlarca para toplanırdı. Evet, güya Arakanlı Müslümanlara verilmek üzere gözyaşları içerisinde toplanır, FETÖ’cülere verilirdi. Onlar da o paraları Hristiyan liderlere teslim ederlerdi. Bakın işte o paralarla semiren Avrupalılar, bugün FETÖ’nün hamiliğini yapıp Türk devletine kin kusuyorlar.

Evet neredesin ey Diyanet! Bu organizasyonu yapmak çok mu güç. “Buyurun Cumhurbaşkanım biz böyle bir organizasyon yapıyoruz ve yanınızdayız. Arakan için ne gerekiyorsa, millet olarak para ve dua gücümüzle sizinle beraberiz”, diyemez misiniz? Düşünemez misiniz? Her ay toplanan paraları Cumhurbaşkanlığına teslim ediniz ve oradan gitsin. Yoksa FETÖ’cülere güvendiğiniz kadar oraya güvenmiyor musunuz!

Ama önce para, sonra dua olacak. Şunu iyi bilelim ki paraları toplamadan dua etmek münafıklık alametidir. Silahını almadan harbe çıkmak gibidir.

Önümüzdeki cuma başlamak üzere bekliyorum. İşte devletinin ve ümmetin yanında olmak budur! Yoksa sahte üzüntüler, İngiliz’in ağlamasından (!) da beter bir durumdur.

TEFEKKÜR

Ederse bir kişi mazluma nusret

Makam olur ona gülzar-ı Cennet

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

03.09.2017 Türkiye Gazetesi