Hıristiyân târîhcilerinin bildirdiklerine göre; Ömer “radıyallahü anh” Kudüsü feth etdiği zemân, hıristiyanlar, (İstediğiniz bir kiliseyi kendinize mâ’bed olarak seçiniz) diyerek hazret-i Ömere teklîfde bulundular. Ömer “radıyallahü anh” bu teklîfi şiddet ile red etdi. İlk nemâzı kilise dışında kıldı. Çok zemândan beri, çöplük olmuş olan Heykel-i mukaddes denilen mahalli [Beyt-i mukaddes mahalli], temizleyip, buraya büyük ve güzel bir câmi’ yapdırdı.
Müslimânların, hıristiyanlara ve yehûdîlere yapmakla mükellef oldukları muâmele şekli, bizzat Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bütün müslimânlara hitâben yazdırdığı şu mektûbda açıkca bildirilmişdir. Bu mektûbun aslı Ferîdûn beğin (Mecmû’a-i Münşeât-üs-salâtîn) kitâbı birinci cild, otuzuncu sahîfesinde yazılıdır.[1] Mektûbun tercemesi şöyledir:
(Bu yazı Abdüllah oğlu Muhammedin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bütün hıristiyanlara verdiği sözü bildirmek için yazılmışdır. Şöyle ki, Cenâb-ı Hak, kendisini rahmet olarak gönderdiğini müjdelemiş, insanları Allahü teâlânın azâbı ile korkutmuş, insanlar üzerindeki emâneti muhâfaza edici yapmışdır. İşte bu Muhammed “sallallahü aleyhi ve ellem”, bu yazıyı, müslimân olmıyan bütün kimselere verdiği ahdi, sözü tevsîk için kaleme aldırdı. Her kim ki, bu ahdin aksine hareket ederse, ister sultân, ister başkası olsun, Cenâb-ı Hakka karşı isyân, Onun dîni ile istihzâ etmiş sayılır ve Cenâb-ı Hakkın la’netine lâyık olur. Eğer hıristiyân bir râhip [papaz] veyâ bir seyyâh [turist] bir dağda, bir derede veyâ çöllük bir yerde veyâ bir yeşillikde veyâ alçak yerlerde veyâ kum içinde ibâdet için perhiz yapıyorsa, kendim, dostlarım, arkadaşlarım ve bütün milletimle berâber, onlardan her dürlü teklîfleri kaldırdım. Onlar, benim himâyem [korumam] altındadır. Ben onları, başka hıristiyanlarla yapdığımız ahdler mûcibince, ödemeye borçlu oldukları bütün vergilerden afv etdim. Cizye, harâc vermesinler veyâ kalbleri râzı olduğu kadar versinler. Onlara cebr etmeyin, zor kullanmayın. Onların dînî reîslerini makâmlarından indirmeyin. Onları, ibâdet etdikleri yerden çıkartmayın. Bunlardan seyâhat edenlere mâni’ olmayın. Bunların manastırlarının [kiliselerinin] hiçbir tarafını yıkmayın. Bunların kiliselerinden mal alınıp, müslimân mescidleri için kullanılmasın. Her kim buna riâyet etmezse, Allahın ve Resûlünün kelâmını dinlememiş ve günâha girmiş olur. Ticâret yapmayan ve ancak ibâdet ile meşgûl olan kimselerden, her nerede olurlarsa olsunlar, (cizye) ve (garâmet) [cezâ] gibi vergileri almayın. Denizde ve karada, şarkda ve garbda, onların borçlarını ben saklarım. Onlar benim himâyem altındadır. Ben onlara (emân) [izn] verdim. Dağlarda yaşayıp ibâdet ile meşgûl olanların ekinlerinden harâc almayın. Ekinlerinden Beyt-ül-mâl [Devlet Hazînesi] için hisse çıkartmayın. Çünki, bunların zirâ’ati, sırf naakalarını te’mîn etmek için yapılmakda olup, kâr için değildir. Cihâd için adam lâzım olursa, onlara baş vurmayın. Cizye [gelir vergisi] almak gerekirse, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, ne kadar malları ve mülkleri bulunursa bulunsun, yılda oniki dirhemden [kırk gram gümüşden] dahâ fazla vergi almayın. Onlara zahmet, meşakkat teklîf olunmaz. Kendileriyle bir müzâkere yapmak îcâb ederse, ancak merhamet, iyilik ve şefkat ile hareket edilecekdir. Onları dâimâ merhamet ve şefkat kanadları altında himâye ediniz! Nerede olursa olsun, bir müslimân erkekle evli olan hıristiyan kadınlara, fenâ mu’âmele etmeyiniz! Onların kendi kiliselerine gidip, kendi dinlerine göre ibâdet etmelerine mâni’ olmayınız! Her kim ki, Allahü teâlânın bu emrine itâ’at etmez ve bunun zıddına hareket ederse, Cenâb-ı Hakkın ve Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” emrlerine isyân etmiş sayılacakdır. Bunlara kilise ta’mirlerinde yardımcı olunacakdır. Bu ahdnâme [sözleşme] kıyâmet gününe kadar devâm edecek, dünyâ sonuna kadar değişmeden kalacak ve hiç bir kimse, bunun aksine bir hareketde bulunmayacakdır.)
[1] Ahmed Ferîdûn beğ 991 [m. 1583] de vefât etdi. Eyyübdedir.
Bu ahdnâme hicretin onuncu senesi, Muharrem ayının üçüncü günü, Medînede Mescid-i se’âdetde Alîye “radıyallahü teâlâ anh” yazdırılmışdır. Altındaki imzâlar:
Muhammed bin Abdüllah Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”.
Ebû Bekr bin Ebî-Kuhâfe,
Ömer bin Hattâb,
Osmân bin Affân,
Alî bin Ebî Tâlib,
Ebû Hüreyre,
Abdüllah bin Mes’ûd,
Abbâs bin Abdülmuttalib,
Fadl bin Abbâs,
Zübeyr bin Avvâm,
Talha bin Ubeydüllah,
Sa’d bin Mu’âz,
Sa’d bin Ubâde,
Sâbit bin Kays,
Zeyd bin Sâbit,
Hâris bin Sâbit,
Abdüllah bin Ömer,
Ammar bin Yâsir
“radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.
[Görüyorsunuz ki, yüce Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” başka dinden olan kimselere son derece merhamet ve şefkat ile mu’âmele edilmesini ve hıristiyanların kiliselerine dokunulmamasını, yıkılmamasını emr etmekdedir.]
Şimdi de, Ömerin “radıyallahü anh” İlya ehâlisine verdiği (emân)ın tercemesini aşağıda yazıyoruz. [Hıristiyanlar, İlyâs aleyhisselâma İlya derler. Kudüs şehrine de İlya diyorlar.]
(İşbu mektûb, müslimânların emîri Abdüllah Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” İlya ehâlisine verdiği emân mektûbudur ki, onların varlıkları, hayâtları, kiliseleri, çocukları, hastaları, sağlam olanları ve diğer bütün milletler için yazılmışdır. Şöyle ki:
Müslimânlar, onların kiliselerine zorla girmeyecek, kiliseleri yakıp yıkmayacak, kiliselerin herhangi bir yerini tahrîb etmeyecek, mallarından bir habbe [danecik] bile almayacak, dinlerini ve ibâdet tarzlarını değişdirmeleri ve islâm dînine girmeleri için kendilerine karşı hiç bir zor kullanılmayacak. Hiçbir müslimândan en ufak bir zarar bile görmeyecekler. Eğer kendiliklerinden memleketden çıkıp gitmek isterlerse, varacakları yere kadar canları, malları ve ırzları üzerine emân verilecekdir. Eğer burada kalmak isterlerse, temâmen te’mînât altında olacaklar. Yalnız İlya ehâlisinin verdiği cizyeyi [gelir vergisini] vereceklerdir. Eğer İlya halkından ba’zıları, rum halkı ile birlikde, âile ve malları ile berâber çıkıp gitmek isterlerse ve kiliselerini ve ibâdet yerlerini boşaltırlarsa, kiliseleri ve varacakları yere kadar, canları, yol masrafları ve malları üzerine emân verilecekdir. Yerli olmayanlar, ister burada otursunlar, isterlerse gitsinler, ekin biçme zemânına kadar, onlardan hiçbir vergi alınmayacakdır.
Allahü azîmüşşânın ve Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” emrleri ve bütün islâm halîfelerinin ve umûm müslimânların verdiği sözler, işbu mektûbda yazılı olduğu gibidir.)
İmzâlar:
Müslimânların halîfesi Ömer bin Hattâb.
Şâhidler:
Hâlid bin Velîd,
Abdürrahmân bin Avf,
Amr ibnil’Âs,
Mu’âviye bin Ebî Süfyân.
Ömer “radıyallahü anh”, Kudüs muhâsarasına bizzât kendisi teşrîf etdi.
Hıristiyanlar cizye [gelir vergisi] vermeyi kabûl ederek, müslimânların himâyesi altına girdiler. [Ömere “radıyallahü anh” Kudüsün anahtarlarını, bizzât kendileri teslîm etdiler.] Böylece, kendi devletleri olan Bizansın, ağır vergi ve işkencelerinden, eziyyet ve cefâlarından ve zulmlerinden kurtuldular. Çok kısa bir zemânda, düşman zan etdikleri müslimânlardaki, adâlet ve merhameti açıkca gördüler. İslâmiyyetin, iyilik ve güzelliği emr eden, insanları, dünyâ ve âhiret se’âdetine kavuşduran bir din olduğunu anladılar. En küçük bir zorlama ve korkutma olmaksızın bölük bölük, mahalle mahalle islâmiyyeti kabûl etdiler. Diğer memleketlerde müslimân olanların hâlini siz kıyâs ediniz.
On sene gibi bir zemân zarfında, islâmiyyetin her yere yayılarak, müslimânların sayısının milyonlara ulaşması, aslâ zorla ve kılıç korkusu ile olmamışdır. Bil’aks islâmiyyetde bulunan adâlet, insan haklarına saygı ve Kur’ân-ı kerîmin en büyük mu’cize olarak, Allahü teâlâ tarafından indirilmesi, bütün semâvî kitâblar üzerine efdaliyyet ve üstünlüğü gibi sebebler ile olmuşdur.
Taberî târîhinin[1] üçüncü cild, altmışyedinci sahîfesinde:(Ömerin “radıyallahü anh” hilâfeti zemânında, Eshâb-ı kirâmdan Müsennâ bin Hârise “radıyallahü anh”, islâm ordusu başkumandanı olarak, Îrân üzerine gönderildi. Büveyd denilen yerde Îrân askeri ile harb edeceği zemân, islâm ordusu sayıca az, silâhca za’îf idi. Çünki, dahâ önceki harblerde, çok islâm askeri şehîd olmuş idi. Îrân ordusu çok kalabalık olup, fillerle gelmişlerdi. Müsennâ “radıyallahü anh” o civârda oturan hıristiyanlara gidip, kendisine yardım etmelerini istedi. Onlar, severek yardım etmeyi kabûl etdiler. Hattâ, onların içinde Hâmûs isminde bir delikanlı “Îrân askerinin kumandanını bana gösteriniz” dedi. Acem kumandanı Mihrânı gösterdikleri zemân, ona hücûm edip, bir ok atdı. Ok, Mihrânın karnından girip sırtından çıkdı ve cansız yere düşdü. Îrân ordusu dağıldı) demekdedir. Buradan da anlaşıldığı gibi, o asrda yaşayan hıristiyanlar, müslimânlardan aslâ düşmanlık ve cebr [zorlama] görmediklerinden, hiçbir zemân müslimânlardan nefret etmemişlerdir. Nefret şöyle dursun, bil’aks müslimânlardan memnûn olmuşlardır. Aylık bir ücret ve ta’yîn edilen bir para olmaksızın müslimânlara yardım etmişler, bu uğurda cânlarını vermişlerdir. Hattâ, çok def’a hıristiyanlar, müslimânlarla birleşerek, kendi dindaşları olan hıristiyanlara karşı harb etmişlerdir. Osmânlı devleti ile Bizans imperatorluğu arasında meydâna gelen pek çok muhârebelerde de, bu hâl çok vukû’ bulmuşdur.
Târîhi tedkîk edenler, bunu iyi bilirler.
[1] Muhammed Taberî 310 [m. 923] de Bağdâdda vefât etdi.
Kaynak: Cevâb Veremedi s. 25-30
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"