Kâ'b bin Züheyr

Eshâb-ı Kirâm’dan meşhûr şâir. Künyesi Ebü’l Mudarreb’dir. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” şairlerinden olup, Kaside-i Bürde denilen meşhûr şiirin sâhibidir.

Doğum tarihi bilinmemektedir.

24 (m. 645) senesinde Şam’da vefat etti.

Babası meşhûr şair Züheyr bin Ebî Sülemî, annesi, Kebşe binti Ammar’dır.

Kâ’b bin Züheyr “radıyallahü anh” Müzeyne kabilesinden olup, onbir şâir yetiştiren bir aileye nensuptu. Babası Züheyr bin Ebî Sülemî ve kardeşi Büceyr “radıyallahü anh” de şair idi. Kâ’b bin Züheyr’in babası hıristiyan ve yahudi âlimlerinin yanlarına gider onları dinlerdi. Onlardan âhir zamanda bir peygamber gönderileceğini işitmişti. Bir gece rüyasında gökten bir ip uzatıldığını, o ipten tutmak için elini uzattığı halde yetişemediğini görmüştü. Bu rüyasının âhir zamanda gelecek olan Peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem” yetişemeyeceğine, ömrünün o gönderilmeden biteceğine işaret olduğunu anlamıştı. Fakat oğulları Kâ’b “radıyallahü anh” ve Büceyr’e “radıyallahü anh” âhır zaman Peygamberi gönderilince O’na imân etmelerini vasıyyet etmiştir. Züheyr kendisi ve iki oğlu meşhûr şâir idiler.

Kâ’b bin Züheyr “radıyallahü anh” ve kardeşi Büceyr “radıyallahü anh”, İslâmiyet gelince Peygamberimizle “sallallahü aleyhi ve sellem” görüşmek üzere Medine-i Münevvere’ye doğru yola çıkmışlardı. Ebrak-ul Azzaf denilen yere geldiklerinde kardeşi Büceyr “radıyallahü anh”, sen burada bekle ben Medine’ye gidip, O Peygamberi “sallallahü aleyhi ve sellem” bir göreyim, söylediklerini dinleyelim dedi. Büceyr “radıyallahü anh” Medine’ye gidince Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” ona, İslâmiyeti anlattı ve müslüman olmasını söyledi. O da hemen kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu.

Kâ’b bin Züheyr “radıyallahü anh” kardeşi Büceyr’in “radıyallahü anh” müslüman olduğunu öğrenince ona çok kızdı. Bunu dile getiren bir şiir yazdı. Şiirinde Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” ve İslâmiyete karşı hoş olmayan sözler söylemişti. Kardeşi Büceyr “radıyallahü anh” buna tahammül edemeyip, durumu Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” arz etti. Bunun üzerine Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” “Kâ’b’a kim rastlarsa o’nu öldürsün” buyurmuştu. Kardeşi Büceyr “radıyallahü anh” Kâ’b’a “radıyallahü anh” bir mektûb yazarak gönderdi. Burada; “Başının çaresine bak!” diye yazarak durumu bildirdi. Kâ’b’ın “radıyallahü anh” yazdığı zemmedici (kötüleyici) şiire karşılık bir de şiir yazdı. Bu şiirinden bir bölümünün tercümesi şöyledir: “Ey Kâ’b! Kabul etmeyip, yerdiğin bu İslâm dininden daha gerçek ve daha sağlam bir din olamaz, var mı sende? Kurtulmak istiyorsan putları bırak, bir olan Allah’a imân et, müslüman ol ki, kurtulabilesin! Kıyâmet gününde kaçılamayacak olan Cehennem ateşinden, müslüman olup, imân edenlerden başkası kurtulamayacaktır. Büceyr “radıyallahü anh” kardeşi Kâ’b’a “radıyallahü anh” yazdığı mektubun bir kısmında da şöyle yazmıştı:

“Resûlullah’ı “sallallahü aleyhi ve sellem” şiir yazarak hicvedip üzen, Mekkelilerden bazıları öldürüldü. Kureyş şairlerinden sağ kalan İbn-i Zibâ’ra ve Hubeyre bin Ebî Vehb ise başlarını alıp kaçtılar. Eğer sağ kalmak istiyorsan acele Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanına gel. O, yaptığına pişman olup, tövbe ederek yanına gelen kimseyi öldürmez. Böyle tövbe ederek, gelip müslüman olanların hepsini kabul etti.”

Bu mektubumu alır almaz müslüman ol ve hemen buraya gel! Eğer bu dediğimi, yapmayacak olursan, yer yüzünde başını al nereye gideceksen git...”

Kâ’b bin Züheyr “radıyallahü anh” kardeşi Büceyr’in “radıyallahü anh” mektubunu alınca sanki yer yüzü ona dar gelmişti. Zaten kabilesi arasında bulunan düşmanları onun için “O artık öldürülmüş demektir!” diyerek dedikodu yayıyorlardı. Kâ’b bin Züheyr “radıyallahü anh” bu durum karşısında derin derin düşünmeye başladı. Yavaş yavaş gönlü aydınlanıyordu. Nihayet müslüman olmaya karar verdi. Medine yoluna düştü. Peygamber efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” medheden ve kendisinin de tövbe edip, müslüman olduğunu bildiren uzun bir şiir yazdı. Medine’ye varınca Cüheyni kabilesinden olan bir dostunun evine gizlice gidip, misafir oldu. Ertesi gün sabah namazında misafir olduğu kişi onu Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yanına götürdü. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” o sırada Eshâb-ı Kirâm arasında idi. Eshâb-ı Kirâm etrafını sarmış sohbetini dinliyorlardı. Kâ’b bin Züheyr “radıyallahü anh” devesini mescidin önüne çöktürüp içeri girdi. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yanına yaklaşıp, kendini tanıtmadan “Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem” Kâ’b bin Züheyr yaptıklarına pişman ve müslüman olarak aman dilemeye gelmiş bulunuyor. Ben onu sana getirsem aman verip, müslüman olmasını kabul eder misiniz?” dedi. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” “Evet” buyurdu. Bunun üzerine “Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Sen de O’nun Resûlüsün!’’ dedi. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” “Sen kimsin” dedi. O da “Ben Kâ’b bin Züheyr’im” dedi... Eshâb-ı Kirâm, onun Kâ’b bin Züheyr “radıyallahü anh” olduğunu anlayınca Ensârdan biri ayağa kalkıp “Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem” müsaade et boynunu vurayım!” dedi. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” “Vazgeç ondan! O içinde bulunduğu halden pişman ve hakka dönmüş olarak gelmiştir” buyurdu. Bu sırada Kâ’b bin Züheyr “radıyallahü anh” müslüman olduğunu bildiren, bir kaside okumaya başladı. Bu kasidesinde uzun bir girişten sonra asıl mevzuya geçip, müslüman olduğunu, tövbe ettiğini ve af dilediğini dile getirdi. Son kısmında da Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı Kirâm’ı metheden beyitleri okudu.

Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” Kâ’b bin Züheyr “radıyallahü anh” “Banet süâdü; Sevgili uzaklaştı” sözleriyle başlayan bu kasidesini beğenip, çok memnun oldu. Onu afv etti. Bürdesini (hırkasını) çıkarıp, onun omuzlarına koydu. Bu sebeple Kâ’b bin Züheyr’in kasidesi, “Kaside-i Bürde” ismi ile meşhûr olmuştur. Bu kasidenin birçok şerhleri (açıklamaları) vardır. Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” hediye ettiği bu hırka, Hz. Muaviye tarafından Kâ’b bin Züheyr’in “radıyallahü anh” varislerinden satın alınıp muhafaza edilmiştir. Sırasıyla Emevîlere, onlardan Abbasîlere, daha sonra da Mısır’ın fethinde Mekke Şerifi tarafından diğer kutsal emanetler ile birlikte Yavuz Sultan Selim Han’a teslim edilmiştir. Günümüze kadar korunan bu harka, “Hırka-i Se’âdet” ismi ile meşhûr olmuştur. Bugün hâlâ İstanbul’da Topkapı Müzesinde “Hırka-i Se’âdet” odasında muhafaza edilmektedir.

Hırka-i Se’âdet, 1,24 boyunda geniş kollu olup, siyah yünlü kumaştan yapılmıştır. İçi krem renkli yünlü kumaş ile kaplıdır. Önünde, sağ tarafında ve sağ kolunda birer parça eksiklik vardır. Bohçalara sarılı olarak üstten çifte kapaklı altın bir çekmece içindedir. Bu çekmece de ayrıca bohçalara sarılmış olarak altından büyük bir sandukaya konulmuştur. Bu çekmece ve sanduka Sultan Abdülaziz Han tarafından yapılmıştır. Daha önceden de Osmanlı Sultanları tarafından bu şekilde çekmece ve sandukalar yapılarak muhafaza edilmiştir. Hırka-i Se’âdetin içinde bulunduğu Sanduka üzerinde “Lâ ilâhe illallah ve mâ erselnâke illâ rahmeten lilâlemîn. Lâ ilâhe illallah el-Melik-ül Hakk-ül Mübîn. Muhammedün Resûlullah, es-Sâdık-ul-Va’dü’l Emîn” yazılıdır.

Osmanlılar zamanında Mukaddes emanetlerin ziyâreti muayyen bir merasim ile yapılırdı. Her yıl Ramazan ayının onikinci günü Hırka-i Se’âdet’in içinde bulunduğu sanduka “Revan” odasına nakil edilir, umumi bir temizlik yapılır, bu arada duvarlar gülsuyu ile yıkanır, od ağacı ve buhurlar yakılır, dairenin direkleri cilâlanırdı. Ramazanın onbeşinci günü devlet ileri gelenleri, âlimler, Yeniçeri ve Sipahi ağaları, Babüssaade önünde öğleden önce toplanırlardı. Sadrazam, Ayasofya Camii’nde Şeyhülislâm ile birlikte namaz kıldıktan sonra, alay ile arz odasına gelirlerdi. Padişah ile maiyetindekiler de Hırka-i Se’âdet dairesine geldikten, sonra, Sultanda bulunan altın anahtar ile büyük sanduka açılır ve yeşil ipek kadifeden som sırmalı ve ince işlemeli ve yedi bohçaya sarılı altından yapılmış çekmeceyi de padişahta bulunan altın bir anahtar ile açmak suretiyle Hırka-i Se’âdet ortaya çıkarılmış olurdu. Bu işler yapılırken, Pâdişah’ın birinci ve ikinci imâmları ile has oda imâmı ve ayrıca güzel sesli müezzinler Kur’ân-ı kerîm okurlardı. Önce Padişah, sonra işaret ettiği kimseler sıra ile Hırka-i Se’âdet’e yüzlerini ve gözlerini sürerlerdi Padişah, üzerinde bir kıt’a yazılı bulunan tülbentleri Hırka-i Se’âdet’e sürüp ziyârete gelenlere dağıtırdı. Merasim bittikten sonra sandukayı padişahın kendisi kilitlerdi.

Hicretin 26.ncı yılında vefat eden Kâ’b bin Züheyr’in Fransızca, İtalyanca ve diğer dillere çevrilen Kaside-i Bürdesi’nden başka diğer kasidelerini ve şiirlerini içine alan bir de dîvânı vardır. Divânı, Ebî Saîd Şükrü tarafından “Şerh-i divân-ı Kâ’b ibn-i Züheyr” adıyla şerh edilmiştir. Fuât Bostanî tarafından da divanı ve kendisi hakkında “Kâ’b bin Züheyr” adlı bir kitap yazmıştır.

Kâ’b bin Züheyr’in “radıyallahü anh” Kaside-i Bürde adlı bu meşhûr kasidesinin bir bölümünün tercümesi şöyledir:

“Yardımını umduğum her dost bana, senden yüz çevirdim seni teselli edemem dedi..

Ben de onlara çekilin yolumdan Allahü teâlânın takdir ettiği herşey elbette olacaktır, dedim... Her insan bir gün mutlaka tabut üzerinde taşınacak (ölecek)... Özür beyan ederek Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzuruna geldim... O’nun affetmesi en çok umulan şeydir... O’nun huzurunda özür kabul edilir... Bana merhamet et beni affet Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”... Şüphesiz ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Allah’ın keskin kılıçlarından yalın bir kılıç ve hidâyet saçan bir nurdur...” 

Kaynaklar

1) El-A’lâm; cild-5, sh. 226

2) El-İsâbe; cild-3, sh. 295

3) El-İstiâb; cild-3, sh. 297

4) Eş-Şiir ve’ş-Şuarâ; sh. 61

5) Kâmûs-ul a’lâm; cild-5, sh. 3867