Sayılı günler tez geçti!

Sayılı günler tez geçti!

Bugün bayram. Eskiden Müslümanlar bu bayrama hüzün bayramı da derlerdi. Zira 29 veya 30 gün evlerini şenlendiren on bir ayın sultanı onlara veda etmiş bulunuyordu. Hanelerine ne nimetler getirmiş, ne saadetler tattırmıştı! Eşi dostu akrabayı muhabbetle bir arada bulundurmuştu. Evler misafirlerle dolup taşmıştı. İftarlar sahurlar teravihler ona mahsus nimet ve bereketlerdi. Öyle ki bu ayda vefat edenlere dahi gıpta ile bakılırdı.

Ya oruç. Onun sevabını tahayyül dahi edemezlerdi. Zira şanlı Peygamber efendimiz Cenab-ı Hakk’ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

“Oruç benim içindir ve onun karşılığını ancak ben veririm”.

Kur’ân-ı kerimde, bu ay için “Eyyamen ma’dudât” yani sayılı günler tabirini kullanmıştır. “Sayılı günler tez geçer” der atalarımız. İşte İslam’ın beş şartından birini içinde taşıyan mübarek ramazan ayı bir kez daha “elveda” diyerek çıkıp gidiverdi. Bu gidişin hüznü ile Müslümanlar, bilhassa Kadir Gecesi diye tes’id ettikleri, kutladıkları ramazan ayının 27. gecesinden itibaren büyük bir üzüntü yaşarlardı. Âdeta ağızlarını bıçak açmazdı. Dolayısıyla iki gün sonra gelen bayramı da sevinç ve hüzün arası bir duyguyla karşılarlardı. Şayet bu ulu misafiri memnun kıldılar ve güzel değerlendirdiler ise onlar için bayramdı.

Ramazanın en özel yönü kardeşlik hukukunun perçinlenmesi olurdu. İftar sofralarında teravihlerde bir araya gelen Müslümanlar büyük huşu yaşarlardı. Fitreler, zekâtlar müminlerin aralarındaki soğuklukları giderirdi.

Hazreti Enes radıyallahü anh, şanlı Peygamber efendimizden rivayetle şöyle demiştir:

“Sizden biriniz kendi nefsi için sevdiğini, mümin kardeşi için de istemedikçe, hakkıyla mümin olamaz”. Yine bir hadisinde sevgili Peygamber efendimiz:

“Müminleri; birbirlerine karşı merhamet, samimiyet ve bağlılıklarında bir tek vücut gibi görürsün: Herhangi bir uzuv ağrıdığında, cesedin diğer kısımları da, uyku uyumayıp, sıtma olmuş gibi ızdırap duyar” buyurmuştur. Bir hadîsinde de Efendimiz:

“Müminler; gözü ağrıdığında bütün vücudu şikâyet eden, başı ağrıdığı zaman da, bütün vücudu ızdırap duyan, bir tek adam gibidir”, buyurmuştur.

Ebû Mûsa radıyallahü anh, Hazreti Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Bir mümin, diğeri için, birbiriyle kenetlenmiş yalçın duvarlar

gibidir.” Sonra bunu göstermek için üç defa parmaklarını birbirine geçirdi.

Hataların başı!

Mübarek ramazan ayını zor durumda geçiren vatandaşlarımız da az değildi. Ramazan ayına sayılı günler kala vuku bulan büyük deprem ne yazık ki on bir vilayetimizi ve milyonlarca vatandaşımızı etkiledi. Halkımız, hükûmetimiz ile bütünleşerek elden geldiğince yaraları sarmaya çalıştı. Felaketin verdiği ibretler de çoktu. En önemlisi de dünyanın hayal olduğunu bir gecede şehirlerin yok olduğunu gözler önüne sermişti. Sanki, “aman ha dünyaya bağlanmayın, sadece dünyalık yığmakla uğraşmayın” diyordu.

Bir Hadis-i şerifte, “Müminin dünya sevgisi arttıkça, ahirete olan zararı da artar. Ahiret sevgisi arttıkça, dünyanın ona zararı azalır” buyuruldu. Hazret-i Ali radıyallahü teâlâ anh diyor ki: “Dünya ile ahiret, şark ile garp gibidir. Birine yaklaşan, diğerinden uzaklaşır”. Yine Hadis-i şerifte, “Dünyalık peşinde koşmak, su üzerinde yürümeğe benzer. Bunun ayaklarının ıslanmaması mümkün müdür? İslamiyet’e uymağa mâni’ olan şeylere dünya denir” ve “Allahü teâlâ bir kulunu severse, onu dünyada zâhid ve ahirete râgıb yapar. Ayıplarını ona bildirir” ve “Dünyada zâhid olanı, Allah sever. İnsanlarda bulunanlarda zâhid olanı insanlar sever” ve Hadis-i şerifte, “Dünyalık arayanın buna kavuşması güçtür. Ahireti arayanın buna kavuşması kolaydır” ve “Dünyalığa düşkün olmak, hataların başıdır” buyuruldu. Yani her türlü hataya, günaha sebep olur.

Dünya peşinde koşan kimse, şüpheli şeylere, sonra mekruhlara, sonra haramlara, hatta küfre dalar. Geçmiş ümmetlerin, peygamberlerine inanmamalarına sebep, dünyaya düşkün olmaları idi. Dünya muhabbeti, şaraba benzer. Bundan içen, ancak ölüm zamanında ayılır.

Mûsâ aleyhisselam, Tur Dağı’na giderken, birinin çok ağladığını gördü. “Ya Rabbi! Kulun, senin korkundan ağlıyor” dedi. Cenab-ı Hak, “Kan ağlasa dahi, onu affetmem. Çünkü o, dünyaya düşkündür” buyurdu. Hadîs-i şerîfte, “Dünyayı helaldan kazanana, ahirette hesap vardır. Haramdan kazanana, azap vardır” ve “Allahü teâlâ, bir kulunu sevmezse, malını haramlara sarf ettirir” buyuruldu. Bu şuna benzer ki helal mal kazanan gümrükte bekler, haram kazanan ise hapishaneye düşer”.

Deprem sırasında nice kibirle bina kuranların yapıları yerle bir oldu. Bir Hadis-i şerifte, “Bir kimse, helal para ile bina yaparsa, insanlar, bundan faydalandığı müddetçe, kendisine sevap verilir” buyuruldu. İnşaat yapanların asıl bunu levha hâline getirip duvara asması lazımdır. Rutubetten kurtulmak, temiz hava almak niyeti ile yüksek bina yapmak caizdir. Tekebbür için, övünmek için, yüksek bina yapmak ise haramdır.

Görüldüğü gibi dünya sevgisi bir felakettir. Eskiden dünya sevgisinden kurtulabilmek için çilehanelere girilirdi. Dünya sevgisinden kurtulamayanın ise ömrü hep arzu ve heveslerle geçmektedir. Zira hiç kimse sahip olduğu ile yetinmemektedir. Hâlbuki en büyük hazine kanaattir.

Niyeti düzeltmek!

Buhari-i şerif, İslam dininde Kur’ân-ı kerimden sonra en kıymetli kitaptır. Büyük âlim İmam-ı Buhari hazretleri bu hadis-i şerifleri yüz binlerce hadis arasından seçerek, ravilerin soylarına, ahlaklarına bile dikkat ederek eserine almıştır.

İmam-ı Buhari eserini Mescid-i Haram’da yazmıştır. Her hadis-i şerifi kitabına yazmadan önce istihareye yatar ve Peygamber efendimize, “Ya Resulallah, böyle söz buyurdunuz mu?” diye sorarak “Evet” cevabını aldıktan sonra yazardı.

Bu kıymetli eserdeki ilk hadis-i şerif, “Ameller niyete göredir” hadisidir. Bu çok önemlidir. Zira Allahü teâlâ, “Bu kulum bunu niye yapıyor” diye, kalbe bakar, niyetine bakar. İnsanlar genelde zahirlerini mamur etmekle meşgul olurlar. Hâlbuki Allahü teâlânın baktığı yerleri yani kalpleri ile hiç ilgilenmezler.

Allah için yapılanlar, hatalı kusurlu olsa da Allahü teâlâ kabul ediyor, “O benim için yapıyordu, benim yolumda, benim rızam için yapıyordu” diyerek kabul ediyor. Bu olmazsa, yani yapılanlar Allah için olmazsa, hiçbir işe yaramaz ve atılır. “Bunları kimin için yaptınsa git ondan al” denilir.

Yapılanlar Allah için yapılmazsa, ne kadar ihtişamlı olursa olsun, içi boş çekirdeğe benzer. Çekirdeği kırarsın, bakarsın içi boş, sıfır, yani bir faydası olmaz. Herkes ahirette, “niçin yaptın” sorusuna cevap verecektir. Allah için ise tamam, yoksa felaket olur. Eksiğimiz hatamız yok mu, elbette var. Ancak niyet düzgün olursa yani Allah için olursa o kusurlar örtülür.

Bu durum şuna benzer. Bir anne veya babanın evladından su istediğini düşünelim. Evladı “baş üstüne” diyerek şevkle kalkıp suyu doldurup getirirken ayağı halıya takılıp düşse su dökülüp bardak da kırılsa anne baba kızıp bağıracak mıdır?

Bu suale verilecek cevap elbette hayır olacaktır. Hatta evladına karşı belki muhabbeti daha da artacaktır.

İşte aynı bunun gibi ibadetlerimiz hatalı, kusurlu olsa da biz muhabbetle emre itaat etmeye çalışıyoruz. Zira Rabbimiz onları yapın diyor. Fakat yaparken eksiğimiz hatamız oluyor. Ona itaat edip yapmaya çalıştığımız için, onun yolunda olduğumuz için Allahü teâlâ da inşallah bizi affedecektir.

Şu bayram günü hürmetine Cenab-ı Hak ibadetlerimizi makbul, dualarımızı kabul eylesin. Bayramımızı hakiki bayram kılsın.

İnşallah sıhhat ve afiyetle nice Ramazan-ı şeriflere kavuşmak dileğiyle…

    TEFEKKÜR
    Savm-ı sivayı kim tutar
    Îd-i visale ol erer
    Bülbül gibi dâim öter
    Gülşen olur kâşânesı
         Aziz Mahmud Hüdai

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
21.04.2023
Türkiye Gazetesi

    https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/sayili-gunler-tez-gecti-637822