Kötü adam yurt bozar! - Ahmet Şimşirgil 12.10.2018

cdivani02Büyük Türk devlet adamı Emîr Timur “İyi adam yurt kurar, kötü adam yurt bozar” demiştir. Geçen hafta ifade ettiğimiz gibi Ahmed Cevdet Paşa, padişahın emri ve duası ile harekete geçmiş, Osmanlı geleneği ve zihniyeti içerisinde hareket ederek, Tanzimat idaresinin karışıklık içerisine düşürdüğü Bosna Hersek’teki huzursuzluğu birkaç gün içerisinde çözmeyi başarmıştı.

Ancak 445 yıllık Türk yurdu Bosna Hersek, önce Birinci Meşrutiyet'in doğurduğu 93 Harbi içerisinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun denetimi altına düştü. Buna rağmen Osmanlı Devleti’ne bağlılığı devam ediyordu. II. Abdülhamid Han’ın 30 yıllık saltanatı boyunca Avusturya’nın bu denetim statüsü işgale dönüşemedi. 

Cevdet Paşa’nın düzeni sağlamasından yarım asır; II. Abdülhamid Han’ın saltanata geçmesinden 30 yıl sonra ise bu defa sıkıntı dışarıda değil içerideydi. Bosna’da devletini yüceltmek ve korumakla görevli olan 3. Ordu'nun subayları asilerle iş birliği yapıyorlardı. Düşmanlar ise onların bu vaziyetini iyi etüt etmekte ve fırsat kollamaktaydı. Nitekim aradıkları fırsatı çok geçmeden de bulacaklardı.

Almanya 1878’de birliğini sağladıktan sonra sanayileşme yolunda yaptığı hamlelerle büyük bir güce erişmiş, sömürge imparatorluklarını tehdit edecek hâle gelmişti. İngiltere ve Rusya ise, Almanya’nın bu süratli gelişmesinden rahatsızdılar.

Hem Almanya’nın durumunu görüşmek hem de güç gösterisi yapmak üzere İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı Nikola, 9 Haziran 1908’de Reval’de bir araya geldiler. Almanya’ya karşı takip edecekleri politikanın yanında Afgan hududu, İran, Girit ve Makedonya’nın durumu ve Balkan demir yolları gibi meseleler de masadaydı.

Elbette Osmanlı Devleti de görüşmelerin bir bölümünü teşkil ediyordu. Ancak bu durum II. Abdülhamid Han’ın nasıl bertaraf edilmesinden başka bir şey değildi. Zira o, Osmanlı Devleti’nin başında iken kendilerine rahat hareket etme ihtimali görünmüyordu.

Diğer taraftan Osmanlı ülkesi içerisinde ciddi bir güç durumuna gelmiş bulunan ve 3. Ordu'ya tamamen hâkim bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleri, Reval buluşmasını tamamen Rumeli’nin paylaşıldığı şeklinde yorumladılar. Belki de tarihte akla gelebilecek en ahmakça bir yorumla bunun sorumluluğunu da Sultan II. Abdülhamid Han’a yüklediler. Bunda mutlaka İttihatçı subaylar üzerinde büyük nüfuzu bulunan Alman ajanların etkisi büyüktü. 

Kendi devletine silah sıkmak

Bir tarafta İngiltere ve Rusya gibi Osmanlı ülkesinde gözü olan en azılı iki düşman bir araya gelip, geleceklerini garanti atına almak üzere görüşmeler yapıyordu. Diğer tarafta ise Osmanlı Devleti’nin bir kısım ordu mensupları bunu padişahlarından bilerek kendi devletlerine karşı darbe harekâtına girişiyorlardı.

Hâlbuki Rusya ve İngiltere buluşmasının ana sebebi Almanya idi. Almanya buna rağmen sükûnetini muhafaza ederken Osmanlı ülkesinde kazan kaynatılmaya başlanmıştı. İşte bu hâl İttihatçıların nasıl bir vesayet altına düştüklerini ve yabancıların uşağı hâline geldiklerini gösteriyordu.

Şayet İttihatçıların düşündükleri gibi, düşmanın kendilerini paylaşma projeleri varsa, buna karşı birlik olmak gerekirken iç savaşa neden davetiye çıkarılıyordu? Düşmanın ekmeğine bundan daha âlâ yağ sürülebilir miydi?

Elbette ki İttihatçılara göre bunun iyi niyet gerekçeleri hazırdı. Şayet Meşrutiyet ilan olunur, Hristiyanlara eşitlik verilirse Makedonya elden çıkmaz, ülkenin bütünlüğü sağlanırdı.

İttihatçılar bu filmin 1839 yılından beri vizyonda olduğunu ve nelere mal olduğunu görmüyorlardı! Hâlâ Hıristiyanlara haklar verilmesinden yana idiler. Kendi tarihlerinde ve o büyümeye devam ettikleri haşmetli dönemlerde gayrimüslimlere, hiçbir devletin tanımadığı hakları vermiş olduklarını ne çabuk unutmuşlardı. Onları büyüten sırrın bu olduğundan nasıl da gafil idiler!..

Bugün ise Hıristiyan hakları denen hususların kendi devletlerini mahvetmek olduğunu hesaplamaktan da acizler.

“Besle kurt enciğin derin soysun” misali derilerini yüzdürmek için düşman sevindirmekten öte başka bir iş görmüyorlardı. Tıpkı 31 sene önce, “Meşrutiyet gelirse, başta İngilizler olmak üzere bütün Avrupa’yı yanımıza çekeriz” diye düşünen Midhat Paşa’nın fiyasko ile neticelenmiş senaryosu yeni düzenlemeyle ikinci kez vizyondaydı. Aslında İttihatçıların gerçek niyeti Reval görüşmesini kullanarak Padişah’a zorla Meşrutiyeti ilan ettirmekti.

Nitekim İttihat ve Terakki, Selânik ve Manastır gibi cemiyetin güçlü olduğu yerlerde örgüt mensuplarını harekete geçirdi.

Rumeli Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa’nın, Abdülhamid Han’a, “Burada kulunuzdan başka herkes İttihatçı” şeklinde telgraf çekmesi vaziyetin vahametini gösteriyordu.

Artık örgüt kendi devletine saldırıyordu. Kendi silah arkadaşlarını şehit ediyordu. İlk olarakSelânik Merkez Kumandanı Nâzım Bey’i vurdular. Nâzım Bey’i vuran Kurmay Binbaşı Enver Bey (sonra Paşa) kendisine katılanlarla birlikte dağa çıkarak mevcut idareye alenen isyan etti. Onu Kolağası Niyazi Bey’in 160 askerle dağa çıkması takip etti. Askerden ve halktan birçok kimse, kendilerine katıldığı için kuvvetleri süratle artmaktaydı.

Suikastlar ise devam ediyordu. Manastır Polis Müfettişi Sami Bey öldürülürken, meşhur hafiyelerden topçu alayı imamı Mustafa Efendi, Selânik’te vuruldu. Birinci Ferik Şemsi Paşaise telgrafhaneden çıkıp arabasına binmek üzere iken İttihatçıların fedaisi Teğmen Âtıf Beytarafından üç kurşunla öldürüldü. İttihatçılar kendi devletinin subaylarını öldürerek devlet kurtaracaklardı(!)

Ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri Üsküb’ün Firzovik mevkiinde bir gösteri toplantısı düzenlediler. Padişaha çektikleri telgrafta, Meşrutiyet derhal ilan edilmediği takdirde elli bin kişi ile İstanbul üzerine yürüyeceklerini bildirdiler.

Hangisi melanet gecesi? 

II. Abdülhamid Han Meşrutiyet rejiminin Osmanlı Devleti’ni parçalayacağını iyi biliyordu. Zira bunu 1877 yılında bizzat görmüş ve yaşamıştı. Ancak genç subaylar bu tecrübeden habersiz, sonlarını hazırlayacak bu reçeteye neredeyse can simidi gibi sarılıyorlardı.

II. Abdülhamid Han bir taraftan da artık yapılacak fazla bir şey kalmadığını görüyordu. Selin önüne geçmek zor olacaktı. Yıllardır milletin istikbalinde rol oynamış tecrübeli Hakan’ın, Tahsin Paşa’ya söylemiş olduğu şu sözleri, geleceğin kara bulutlarını haber verir gibiydi:

“Bir hükümdar için lazım olan şey memleketin menfaatidir. Eğer bu menfaat Kanun-ı Esasi’nin ilanında ise o da yapılıyor; fakat iyi tatbik olunur mu, Türk’ün menfaati mahfuz kalır mı? Burasını kestiremiyorum!”

Nazırlar da risk almak istemiyor, olaylar karşısında sessiz kalıyorlardı. Sanki bütün suç Abdülhamid Han’a atılacak gibiydi. Bunun üzerine II. Abdülhamid Han, 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet kararını aldı.

Dağlara çıkarak devletine silah sıkan asi subaylar Selânik’e gelerek büyük kutlamalara başladılar. Bu subaylar artık birer “hürriyet kahramanı” idiler. Enver Bey ise bu tarihten itibaren Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti içindeki askerî kanadın en önde gelen isimlerinden biri oldu.

Meşrutiyet, Tevfik Fikret’e göre istibdadın uzun gecesinin bitip hürriyet şafağının doğuşuydu. Nitekim “Rücû” şiirinde:

O melanet gecesinden uzaktayız şimdi

Karıştı leyl-i musibet leyâl-i nisyana

Açıldı gözlerimiz bir sabah-ı rahşana

Diye ifade ediyordu.

Her şey şiirde yazıldığı kadar kolay mıydı? Şafak mı söküyordu, yoksa gün mü batmaktaydı? Bunu görmek için fazla beklemek gerekmeyecekti. Nitekim daha Meclis-i Mebusan toplanmadan yaşananlara bakınız:

5 Ekim 1908’de Avusturya, Bosna-Hersek’i ilhak etti. 445 yıllık Türk yurdu bir günde elimizden çıkıp gitti. Ardından Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. 6 Ekim’de de Girit Yunanistan’a katıldığını duyurdu.

Devletine düşmanlıkta kahraman olan o yiğitler(!) ve iyi niyetliler(!) neredeyse iki günde üç ülke elimizden çıkarken acaba nerede idiler? Buna rağmen günümüzde, hâlâ "Abdülhamid Han toprak kaybetti" dedirtmek için çırpınan zavallılar ise, maalesef az değildir...

TEFEKKÜR 

Son pişmanlık fayda etmez imiş

Gussası ta ölünceye gitmez imiş

 

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

12.10.2018

Türkiye Gazetesi

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/604609.aspx