Kibir ve acizlik!

Kibir ve acizlik!

Afet-i gamdan acep dünyada kim azadedir
    Herkesin bir derdi var mademki âdemzâdedir
    Bir hüma-yı zevki bin sayyâd-ı gam takip eder
    Böyle bir mevhuma bilmem halk neden üftadedir.

Hayatın akışını daha güzel özetleyen bir kıta olamazdı… 

Bu dünyada gamdan, üzüntüden azad olmuş bir kimse yoktur. Şayet âdemoğlu ise herkesin bir derdi bir üzüntüsü vardır. Zira bir zevk kuşunu bin gam avcısı takip eder. Öyle ise dünyada devamlı rahatlık aramak ne beyhude bir iştir. 

Eskiler “beterin beteri var” derlerdi. Pandemi sürecinde ne çok dertlendik. “Evden çıkamıyoruz” diye yaygaralar kopardık, tartıştık. Tam pandeminin etkisi bitti bitiyor derken bu kez de ülkemiz, büyük bir deprem faciası ile sarsıldı. On dört milyon insanımız bu faciadan doğrudan etkilendi. Ölülerimizi biner biner defnettik. Kurtulanlarımız başını sokacak ev aramaya başladı. Günlerce soğukta yaşadı, bir tas çorbaya hasret kaldı. 

Pandemide evimiz barkımız vardı. Bir evden belki bir kişi vefat ediyordu. Bu ne zor günlermiş dedik. Bugün ise neredeyse onu arar hâle geldik! Acısı yıllarca unutulmayacak bir faciaya şahitlik ettik. İnsanoğlu acizliğini bir kez daha yaşadı. Peki bütün bu yaşananlardan ders çıkarıp ibret alıyor muyuz? Buna evet demek gerçekten zor!

Birincisi; ülkemizin neredeyse bütünüyle deprem bölgesi olduğunu idrak edip çözümler üretemedik. Yaşadığımız acıları çabuk unuttuk. Binaları makyajladık, sağlamlığına kendimizi inandırdık ve bir kez daha büyük facialara davetiye çıkardık. 

İkincisi; mühendislerimiz, müteahhitlerimiz kibir yarışına girdiler. “Dokuz şiddetinde deprem dahi yıkamaz” diye yaygaralar kopardılar. Hatta ebedî içinde yaşayacakmış gibi “Cennetten bir köşk” yaptığını savunanlar vardı. Kibir, Rabbimizin sevmediği kötü huylardan biridir. Allahü teala, “Azamet ve Kibriya bana mahsustur kimse benim elbisemi giymeye kalkmasın” buyurmaktadır. “Ben” diyenler helak olur… Tarihte ne sağlam kaleler ve ne güçlü kuleler gördük. Kibir yarışına girince bir gecede ellerinden çıkıverdi. Düşmanlarına yurt oldu. Baykuşların yuvası hâline geldi. Titanic denize nasıl salınmıştı? İlk seferinde denizin dibini boyladı. 

Günümüz insanı maalesef bütün bunları film gibi izliyor. Ancak başına gelince uyanıyor, çoğu zaman da uyanamadan gidiyor. 

Elbette bu gafletin sorumluları bir değil, çok fazla. Fakat en sorumlu olanlar en çok bağırdığı için her şey arada kaynayıp gidiyor.

 

Sorumlular bir değil!

Düşününüz, bugün deprem faciasını olanca çıplaklığı ile gözler önüne seren basın yayın organlarının bu gaflette hiç payı yok mu? Oysa hiç sorumsuz gibi ahkâm kesmeye ve sadece suçlayıcı pozisyonda durmaya devam ediyorlar. 

Hâlbuki depremleri sadece “Sevgililer günü” gibi yıl dönümlerinde hatırlayan sonra rafa kaldıran bir anlayıştalar. Deprem zamanı müteahhit avına çıkarlar, güya acılara ortak olurlar, bol bol magazin haberi çıkarmaya çalışırlar. Epey yaygara koparırlar. Binaların çürüklüğü akıllarına yeni gelir. 

Peki, sonrasında; kentsel dönüşüm, çürük binalar, alınması gerekli tedbirler onların meselesi değildir… 

Hatırlayınız altılı masanın adayı TV’lerde neredeyse üç aydır tartışıldı. Daha aday da çıkmadan ülkemizin neredeyse onda biri yıkıldı. Bilim adamları son iki aydır bu konuda uyarılarda bulunuyordu. Zaman zaman bir programa çıkmaya imkân bulanların uyarıları siyasetin tozu dumanı arasında görünmez oluyordu. 

Halkımızın ise önce çuvaldızını kendisine batırmanın zamanı çoktan geldi geçti bile. Her şeyi siyasete yıkmanın kendisine zerrece faydası olmuyor. Siyasetçiyi kendisi yönlendirmenin çarelerine bakmalı. Reçeteler acıdır. Menfaatine konuşanları değil gerçekleri savunanları desteklemeli ve takipçisi de olmalı. 

Maalesef insanımız sadece güven duygusuyla hareket ediyor. İnanmak istiyor ve üç kuruş ucuza kapmanın hesabını yapıyor. Ne aldığını bilmiyor. Bir depremzede ölen kızı için “kızıma ev değil mezar almışım” diye ağlıyordu. Tam ibretlik bir ifade! Evet eskiler kefenlerini hazırlardı. Şimdi bizler ise kefen değil tabut hazırlayan insanlar gibiyiz. Depremzedelerin kefen lazım diye acı acı bağırmalarını da unutmayalım. 

Depremde görüldü ki siyasetçiler acı üzerinden menfaat devşirmeye son sürat devam etti. Depremi incelemeye gidenler dahi bir yara sarmak yerine politika üretmenin peşine düştü. İktidar, deprem bölgesinde yapabileceğinin en iyisini yapmak için çırpınırken muhalefet ise bundan nasıl istifade ederim bu acıyı nasıl oya tahvil ederim telaşı içerisindeydi. Bu durum tarifsiz acılar içerisinde gerçekten çok sırıttı. 

Hatay’ın Erzin ilçesi ise, bir gerçeği tokat gibi yüzümüze vurdu. Evet tedbir çoğu kez takdire uygun düşüyordu. Çünkü Rabbimiz bize tedbir almamızı emrediyor. Hangi işte olursa olsun; “Tedbirsiz hareket eden silahsız savaşa giden gibidir…” 

Erzin’de yüksek yapılara izin verilmemişti. Bir ev yıkılmadı. Halk ise bu işin mimarı olan ve 2009-2019 yılları arasında iki dönem belediye başkanlığı yapan Kasım Şimşek’i cezalandırmış ve seçmemiş. Yeni gelen başkan Ökkeş Elmasoğlu ise halefine teşekkür etmeyi dahi beceremedi ve başarının üzerine konmayı denedi. Oysa kendisi son üç yılda Erzin’de yüksek yapılara izin vermeye başlamış birisiydi. 

Şimdi eski başkanı küfürler ederek yolcu eden ve yenisinden istediği yüksek binalara ruhsat almaya başlayan halk, torunlarına tabut mu hazırlıyor tekrar tekrar düşünsün. 

İşte siyaset ehli genelde halkı nasıl memnun ederim ve bir sonraki dönemde nasıl kazanırım kaygısı ile hareket ediyor. 

Halk bu anlayışı yıkmazsa daha büyük facialar kapımızdadır.

 

Japon müteahhitler mi gelsin?

Son dönemlerde futbolda adalet arayanlar “yabancı hakem isteriz” diye bağırmaya başlamışlardı. Galiba şimdi de “Japon müteahhitler gelsin” diye bağıracağız!.. 

Zira bizim müteahhitlerimiz bulduğu yere ev yapmayı marifet addediyor. Zemin etüdü diye bir şey defterlerinde hiç yazmıyor. 

Diğer taraftan basının da yönlendirmesiyle sadece müteahhitler “günah keçisi” olarak öne sürülüyor ve onların tutuklanmasıyla her şey bitmiş gibi hareket ediliyor. Hâlbuki bu müteahhitler de her işlerini izinli yapıyorlar. Yapı denetim firmaları ve bunlara onay veren belediyeler neredeler ve bu sorumluluğun neresindeler. Öyle anlaşılıyor ki bu denetim işi belediyelerden alınıp valiliklere devredilmeli ve kanunlar acımasız bir şekilde uygulanmalıdır. Ahbap çavuş ilişkisi bitirilmelidir. 

Zira siyasetteki, hasmım başarısız olsun da ne olursa olsun zihniyeti bitmedikçe bu ülke ancak ağır aksak yol alabilir. Kentsel dönüşüm projeleri bunun en bariz göstergesidir. Kentsel dönüşümlere karşı, rant peşindeler diye halkı kışkırtan ve mahkeme koridorlarını yol yapanlar ve bunları durduran mahkemelerdeki bürokratlar oldukça kimden hesap soracaksınız? 

Düşünün, Hatay’da kentsel dönüşümleri mahkemeler durduruyor, halkı galeyana getiren ve kentsel dönüşümün karşısında duran Cumhuriyet gazetesi de yaşanan faciadan sonra eski haberlerini kaldırıyor. Gönlünü ferahlatmış olarak yayınına ve sadece hükûmeti suçlamaya devam ediyor. 

Söyleyin şimdi kime kızacağız? 

Eskiler “tırnağın varsa başını kaşı” derlerdi. Siyaset üstü, millet menfaatlerini gözeten basın yayın kurumları ve STK’lar çoğalmadıkça bu ülkenin işi gerçekten zor. 

Hele bir de dört tarafımızı saran düşmanlar var iken… 

    TEFEKKÜR
    Varsa aklın re’y ü tedbirinde noksân eyleme
    Madem noksân eyledin takdîre bühtân eyleme
                                                               Lâ Edrî

    (Aklın varsa eğer seçiminde ve takdirinde hata yapma,
    Eğer hata yaparsan, dönüp bir de kadere iftira atma!)

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
24.02.2023
Türkiye Gazetesi

    https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/kibir-ve-acizlik-637013