406 yıl önce bugün!

406 yıl önce bugün!

9 Haziran 1617 Cuma günü. İstanbul halkı o gün iki bayramı birden kutlamaya hazırlanıyordu. O cuma günü, yedi yılı aşkın bir süredir yapımı devam etmekte olan Sultanahmet Camii'nin açılışı yapılacaktı. 

Marmara Denizi'nden İstanbul’a girenler artık Ayasofya’dan önce yeni caminin haşmetli yapısı ile karşı karşıya geleceklerdi. 

O gün cami avlusuna halka halka otağlar kurulmuştu. Açılışta başta Sadrazam Halil Paşa olmak üzere devlet ileri gelenleri, âlimleri, tarikat liderleri ve müderrisleri yerlerini almış bulunuyordu. Sultan I. Ahmed’in çocukları Şehzade Mustafa, Şehzade Mehmed, Şehzade Murad, Şehzade Bayezid, Şehzade Süleyman ve Şehzade Kasım da hazır bulunmuşlardı. 

Padişah, cami avlusuna kurulan sofralarda devlet erkânı ve halka güzel bir ziyafet çekti. Fukaraya bahşişler ihsan olundu. Zengin fakir genç ihtiyar İstanbul halkı meydanı doldurmuştu. Herkes maddi manevi ziyafetten ve bereketten nasibini almaktaydı. 

Ziyafet sonrası vüzerâ, ulemâ ve sulahânın duaları ile başlanan bu kutlu hadisenin topluma hayırlı olması doğrultusunda Cenâb-ı Hak’tan niyazlarda bulunuldu. Devlet erkânı ve diğer eşrafa bu güzel münasebet için hazırlanmış̧ olan bin kadar hilat giydirildi ve değişik hediyeler ihsan edildi. 

Sultan I. Ahmed merkezden çok uzaklarda yer alsa dahi Mekke-i mükerreme ve Medine-i münevveredeki ayan ve eşrafı da unutmadı. Mekke Emîri ve onun aile efradı şeriflere, sâdata, her iki haremde ve medreselerde görev yapan müderrislere, meşayihe, Şeyhülharemlere hil’atler ve bol bol hediyeler gönderdi. Haremeyn’e gönderilen hediyeler hakkında ve gönderilen kişiler hususunda belgelerde detaylı bilgiler yer almaktadır. 

Cuma namazını Padişahın büyük hürmet gösterdiği şeyhi, Celvetîye tarikatından Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri kıldıracaktı. 

Rivayetlere göre külliyenin açılacağı gün deniz fırtınalı ve dalgalıydı. Fırtına sebebiyle kayıkçılar da denize açılmaya cesaret edemiyordu. Padişahın davetine iştirak etmek isteyen Aziz Mahmud Hüdayi, beraberindeki müritleriyle Salacak sahiline inip kayıkla Sarayburnu'na doğru denize açıldı. Kayık, fırtınalı Boğaz'da hiçbir problem yaşamadan dalgaların arasından geçerek sağ salim Sarayburnu’na vardı. 

Böylece külliye, düzenlenen büyük bir merasimle açılırken cuma hutbesini de Aziz Mahmud Hüdayi okudu ve ilk cuma namazını kıldırdı. 

Camide kılınan bu ilk namazda bütün cemaate mercan tespihler hediye edildi. Görevliler bu değerli tespihleri namaza oturmuş olan herkesin dizi üzerine bırakmak suretiyle dağıttılar. Mercandan yapılma tespihler bitince, çok nadir bulunan ve Hint Okyanusu'ndan çıkarılan hoş kokulu sandal ağacından yapılma zarif tespihler verilmek suretiyle orada olan herkese hediye edilmiş oldu...

Sultanahmet Camii

Sultanahmet Külliyesi'nin binaları çok geniş bir alan üzerine, ancak belirli bir nizam dâhilinde olmadan çevre şartlarına uyularak inşa edilmiştir. Külliye; cami, hünkâr kasrı, medrese, dârülkurrâ, darüşşifa, sıbyan mektebi, türbe, imaret, tabhâneler, sebiller, çeşmeler, arasta, han, dükkânlar, kahvehane, mahzenler ve evlerden müteşekkildir.

Bu yapılardan mahzenler, kahvehane, evler, darüşşifa (hamamı hariç), tabhâneler, üç adet sebil, han ve bir kısım dükkânlar maalesef günümüze ulaşamamıştır. 

Külliyenin mimarı Mimar Sinan’ın en gözde öğrencilerinden biri olan Sedefkâr Mehmed Ağa idi. Mehmed Ağa kendi işlediği sedefkârlık işlerini satarak parasını fakirlere dağıtacak kadar hayırsever bir şahsiyetti. 1606 senesinde Hassa Baş Mimarı olan Sedefkâr Mehmed Ağa, devşirme kökenliydi. 

Bu büyük Türk mimarı, Sultanahmet Camii ile cami mimarisine birtakım yenilikler ve güzellikler de getirmişti. Süleymaniye Camii'nin kubbesini tutan menşuri pilpayeler (Duvar örgüsü sistemleriyle yapılmış kare, dikdörtgen, çokgen veya daire plânlı, sütun işlevi gören taşıyıcı ayak) yerine, Sultanah­met Camii'nin kubbesini yuvarlak sü­tunlar şeklindeki fil ayakları üzerine oturtmuştu. Ayrıca pencere ve ke­merleri ile de caminin içine son de­rece ferah ve aydınlık bir hava ver­meyi başarmıştı. 

Caminin içine ışık veren 260 pence­redeki renkli camların bir kısmı XVIII. yüzyılın sonuna kadar­ yanmış, bu tarihten sonra eskiyip kırılanların yerlerine aynı güzellikte yenileri konulamadığından o emsalsiz mavi aydınlık yerini zamanla keskin bir ışığa bırakmıştı.

Sultanahmet Camii, iç tezyinatı bakımından da eşsiz bir güzelliğe sahip bulunmaktadır. Özellikle çini­leri birer sanat şaheseridir. İç tez­yinatta, her biri on sekiz akçeye mal olan bu çinilerden tam 21.043 kare kul­lanılmıştı. 

XVII. yüzyıl Türk çiniciliğinin paha biçilmez hazinesini teşkil eden bu çinilerden meydana gelen pano­larda lale, sümbül, karanfil, gül, nar çiçeği, üzüm salkımı, bahar dalı, selvi ve gonca resimleri bulunmakta­dır. Bunların renk armonisi de in­sanı hayran bırakacak derecede güzeldir. 

İç avluya, biri cephede, diğer ikisi yanda bulunan tunç kanatlı üç kapıdan girilmektedir. O zamana kadar yapılmış tüm camilerde ceviz ka­pıların kullanılması âdet olmuş iken Mehmet Ağa, koyduğu bu tunç ka­pılarla bu geleneği değiştirmiştir. Evliya Çelebi bu kapılardan şöyle bahseder: 

“Bunlar hiçbir diyarda misli yok tunç kapılardır. Kalemkâri zerger nakışları, gümüş halka, gümüş kilit ve gümüş menteşelerle müzeyyendir Bu ka­pı kanatları o tarihte merhum pe­derim Derviş Mehmed Zilli kuyumcubaşı iken İstanbul’da yapılmıştır. Babamın adı da kapının üzerindeki kitabeler içinde künyesi ile beraber yazılıdır...”

İç avlunun ortasında bulunan şadır­van altı mermer sütun üzerine yerleştirilmiş bir saçağın altındadır. Yalnız su içmek için yapılmıştır. Abdest muslukları caminin dışında ve iki ya­nında sıralanmış bulunmaktadır. Se­defkâr Mehmed Ağa’nın eseri olan bu caminin ahşap kısımlarındaki kak­malar da Türk sedef işçiliğinin şaheserleri arasında yer almaktadır. 

Öte yandan yalnız İstanbul ve Türkiye’de değil, İslam dünyasındaki tüm selatin ca­miler arasında 6 minareli olanı yal­nız Sultanahmet Camii'dir. Bu 6 minareden 4'ü üçer, ikisi 2'şer şerefelidir. Bu on altışerefe, I. Ahmed Han'ın Osmanlı tahtına çıkan on altıncı padişah olduğunu işaret etmektedir. Bu duruma göre Yıldırım Bayezid Han’ın oğulları Süleyman ve Musa Çelebiler de hükümdar olarak kabul görmektedir.

Ayasofya’yı gölgede bıraktı!

Böylece Sedefkâr Mehmed Ağa'nın inşa ettiği cami ile, I. Ahmed Han’ın en büyük emeli hakikat olmuştu. Ayasofya’nın tam karşısında, ondan daha muhteşem bir cami yükselmişti. Kubbesinin çapı, Ayasofya’nın dünyaca ünlü kubbesinin çapından 2.60 metre daha geniş ve birkaç metre daha yüksekti. 

Topkapı Sarayı arşiv dai­resinde bulunan masraf defterine göre, caminin inşaatına 1811 yük (1 yük, 100 bin akçedir) akçe harcanmıştı. Bu meblağ, “Ca­minin ağırlığınca altın” olarak kabul edilmektedir. Fakat mimarî ve sa­nat yönünden değeri ise şüphesiz bundan çok daha fazladır. 

Sultanahmet Camii, Rum ve Avrupalı mimarların emsalsiz olarak övündükleri Ayasofya karşısında haşmetli yapısı ve muazzam mimarî özellikleri ile inşa edilmiş olması bakımından mühimdir. Nitekim yerli ve yabancı bazı mimarlar tarafından Padişahın bu mabedi Bizans'ı ve Justinianos'u geçen Osmanlı kudret ve haşmetine delil için bina ettirdiği dahi rivayet edilmektedir. Gerçekten de evvelce Ayasofya’yı inşa ettiren Justinianos, mabedin açılışında mahfeline çıktığı zaman heyecanla Hazreti Süleyman aleyhisselamın Kudüs’te inşa ettirmiş olduğu Mescid-i Aksa’yı kastedip; “Ey Süleyman! Seni de geçtim!” diyerek gururlanmıştı!.. 

Şimdi ise Sultanahmet Camii, Justinianos’u ve Roma’yı çok geride bırakan Osmanlı kudretinin, haşmetinin, Türk-İslam mimarisinin ve insani telâkkisinin zarif, fakat azametli bir abidesi olarak Ayasofya’nın karşısında yerini almış bulunuyordu... 

TEFEKKÜR 

Câmi’-i sultân-ı dîndür Ka’be gibi dil-güşâ

Merve hakkı bu aceb zibâ makâm-ı pür-safâ

                                                  Bursalı Haşimî

(Din sultanının camii, Kâbe gibi gönül açıcıdır

Merve hakkı için bu muhteşem yapı, tam bir safa makamıdır)

 

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

09.06.2023

Türkiye Gazetesi

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/406-yil-once-bugun-638523